Beyin
kıvrımlarından bağırsaklarına, kanın, suyun ve oksijenin ulaştığı tüm
hücrelerinden geçen bir labirent.
Zihninin tüm
dehlizlerinden geçip seni en derine, içine ulaştıran bir labirent.
Çözmek için
tükemmez kalemi kağıda koyduğun an tekrar kaldıramayacağını bildiğin; dünyanın
tüm çirkinliği, tüm yanlışları, tüm yalnızlığı, tüm hataları, tüm çürümüşlüğü
ve üzerine sinen tüm o ölüm kokusu ile çözmeye mahkum olduğun bir labirent.
Tükenmez kalemin
imkansız pürüzsüzlüğünü geri alamayacağın ve bu yüzden, sırf bir kullandığın
tükenmez kalem yüzünden, geçtiğin yolları hiçbir zaman unutamayacağın bir
labirent.
Çözümün
gerçekliğine ancak labirentin duvarlarını yıktıktan sonra ortaya çıkan çizginin
derinliği ile kavuştuğun bir labirent.
Yıktığın her
tuğlanın tozu ile yıkandığın, o her tuğlayı yıkmak için kaldırdığın kazma derin
su toplayana kadar avuçlarına sürtündüğü oranda, yanmaya her an hazır bir
labirent.
Doğduğu andan son
nefesine kadar ölüme bulaşmış, kumaş parçalarına sarılmış, toprağa bulanmış;
üzerinde kusmuk lekelerinin olduğu, kurumuş kanın kesik yollar oluşturduğu,
kanayan yaraların asla kabuk bağlamadığı bir hayat labirenti düşün.
Konuştuğun tek gerçek
dostunun kağıttan bir kurbağdan, duyduğun tek gerçek sesin kalp atışından,
kulağında yankılanan tek gerçek çağrının, ‘Daha!”dan, hissettiğin tek duygunun ölümden
ibaret olduğu bir labirent.
Havaya karışan tüm
azot ve oksijeni parçalarına ayırarak teker teker bedenindeki her hücreye
hapsettiğin, zihnindeki tüm anıları parçalarına ayırarak teker teker hafızana
kazıdığın ve sadece çıkışa ulaştığın zaman başına dönebileceğin bir labirent.
Gitmenin, her
zaman başlanan yere dönmek demek olduğu ve fakat başlanan yerin hiçbir zaman
aynı kalmadığı bir labirent.
Dokunmanın,
dokunulmanın, konuşmanın, iletişim kurmanın, hayal kurmanın ve hayata
karışmanın bir anlam ifade etmediği; tüm bunların sadece çığlıkları, acıyı,
kusmayı, baş dönmesini, kaosu ve linçi doğurduğu bir labirent.
Kurtulmanın tek
yolunun, yolun sonuna geldiğini anladığın an, en başından beri ördüğün
duvarları teker teker yıkmak olduğunu bildiğin bir labiret.
*
Hakan Günday,
Daha ile, kendi ördüğümüz labirentte tükenmez kalemimizi kırmamızı salık
veriyor.
Hakan Günday, Daha
417 s., İstanbul,
2013.
* bu yazı 27.10.2013'te trendus.com'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder