10.6.12

to things we didn't say


as hamlet said to ophelia, "god has given you one face and you make yourself another."

nefes aldığımız her an hayata karşı direniyoruz aslında. düpedüz hayatta kalmak için savaş veriyoruz. ciddiye al veya alma, bizler yaşamak için önce kendimizle savaşıyoruz. sürekli kendimizle çatışmıyor muyuz? aslında biz kendimizle barışmaya çalışıyoruz. kimi duygularını koyuyor masaya, kimi aklının iplerine asılıyor sonuna kadar. aslında her şey korunmak için. her şey, kendimizi hayattan korumak için. bu yüzden sürekli anlatıyoruz, dinliyoruz, seviyoruz, susuyoruz, itiraf ediyoruz. peki hiç mi yalan söylemiyoruz? hiç mi bir şeylerin arkasına saklanıp inkar etmiyoruz? kaçıp saklanmıyoruz? biz hayatta kalmaya çalışırken aslında, kendimize yeni bir hayat yaratıyoruz. kendimize sakladığımız benliğimizin önüne bir başkasını yerleştiriyoruz. peki bunu yaparken aslımıza ne kadar sadık kalıyoruz? aynaya baktığımızda gerçekten kimi görüyoruz?

pandora, zeus tarafından kendisine hediye edilen ve fakat kapalı kalması gereken kutuyu açtığından beri hepimiz ortalığa saçılan kötü özelliklerden nasibimizi alıyoruz. her sabah rüyalardan soyunup, egomuzu bir zırh gibi kuşanıp atıyoruz eşikten adımımızı ta ki uyku üstümüzü örtene kadar. her gün yeni dikenler çıkartıyoruz başkalarına batırmak üzere. ve her gece eve ellerimiz kan, üstümüz başımız toprak içinde dönüyoruz. 

çünkü anlatmıyoruz, dinlemiyoruz, sevmiyoruz, yalan söylüyoruz, inkar ediyoruz. aksini yaptığımız an, kendimizi açık etmekten korkuyoruz. ya maskemiz düşerse diye, ait olmadığımız hayatlar yaşıyoruz. bizler, hayatta kalmak için aslında, birbirimize zarar vermekten başka hiçbir şey yapmıyoruz.

gerçekten yapmıyor muyuz? zaaflarımızı ve zayıflıklarımızı hiç mi deşifre etmiyoruz? sabah aynaya baktığımızda gördüğümüz yüzü başka kimlere gösteriyoruz? içimizi göstermekten korkmuyoruz? kimlere dokunduğumuzda ellerimiz kanamıyor? kiminle konuştuğumuzda üzerimiz temiz kalıyor?

peki ya kelebek? sandığın dibindeki tek iyi şey, ümit. ona ne oluyor? 

kutudan saçılanları tek tek yerine koymaya başlayınca dağılıyor aslında bütün bulutlar. zırhla değil, olağanca zayıflığınla çıkıyorsun o kapıdan. aklın ve duygularınla karşılıyorsun hayatı. iplerini gevşetip kartlarını tek tek açmaya başlıyorsun. korksan da, insanların seni 'sen' olarak görmesine izin veriyorsun. kızsan da, arkasında durmaya devam ediyorsun ağzından ve kaleminden çıkanların. üzülsen de, kaçmak yerine, "inanırsak olur bence," diyebiliyorsun.

artık diyebiliyorsun. ve işte o zaman bir ayna kadar net oluyorsun. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder