Önceki hayatımızı unuttuğumuz ve halihazırda yaşadıklarımızı
özellikle ve inadına zihnimize kazıdığımız bir dönemden geçiyoruz. Önceden
okuduğumuz, dinlediğimiz, izlediğimiz, yazdığımız ve çizdiğimiz ne varsa,
hepsini bir kenara bırakıp hayatı yeniden, ilk kezmişçesine yaşıyoruz. Sokakta
gördüğümüz yüzlere daha dikkatli bakıp, kelimelerimizi daha ince ve sakınmadan
seçiyoruz. Sanki bundan 2 ay öncesi VCR kasetlere kayıtlıymışçasına, hem
yabancılıkla hem de özlemle anıyoruz geçmişi. Ve artık her an çok daha
kıymetliymiş gibi, bunlar son anlarımızmışçasına yaşıyoruz.
Çünkü okuduğumuz, dinlediğimiz, izlediğimiz, yazdığımız ve
çizdiğimiz hiçbir şeyin elimizden, bir kez daha, alınmasını istemiyoruz. Haklı
gerekçelerimiz var. Çünkü artık unutmak istemiyoruz. Kitapların, şarkıların,
filmlerin, yazıların ve resimlerin isimlerini unutmak istemiyoruz. Hayatımızın
hangi döneminde ne yaptığımızı bilmek istiyoruz. Sahip olduklarımızı ve bunlara
gerçekten sahip olup olmadığımızı sorguluyoruz. Mesela, yaz ne zaman geldi ve
hava ne ara 45 derece oldu da biz o aralıkta ne okumadık, ne dinlemedik, ne
izlemedik, ne yazmadık ve ne çizmedik bilmiyoruz. Komada geçirdiğimiz
günlerden, derin bir nefesle uyanmaya çalışıp, bir türlü tam anlamıyla gözümüzü
açamıyoruz.
Kendimizi yeniden tanımlamaya, adlandırmaya ve
anlamlandırmaya çalıştığımız şu günlerde, sokağın tadını alıp evimizi sığınak
belliyoruz. Daha önce hiç hissetmediğimiz duygularımızı keşfedip, öze inmeye
çalışıyoruz. Kendimizi en saf halimizle en yakından gördüğümüz noktada
kusurlarımızla barışıyoruz. Sürekli bir boğulma hissi yaşatan duygulara ve
insanlara sarılma hissi ile bize zerre hareket alanı tanımayan duyguları ve
insanları yırtıp parçalama isteği arasında bocalıyoruz. Kaybettiklerimize bakıp
daha kötü olmak için yapabileceğim en iyi şey ne olabilir, sorusunu boynumuza
asıp, geçmişten kalan melodilere ve seslere sığınıyoruz.
The XX de Londra’dan kopup bu duyguları oldukları yerden
sökmeye, yerlerine daha ağırlarını yerleştirmeye geliyor. Yemekten en çok zevk
aldığın yemeğin boğazına takılması gibi, dakikalarca tüm katmanlarını soyup
şarkının kalbine indikleri an, bulunduğun yeri ve olduğun seni sorgulatan
şarkıları ile The XX, 7 Ağustos gecesi Parkorman’da gizlenen duyguları aleni
bir ayine dönüştürmeye hazırlanıyor. Sonuna kadar tüketen, kalan her şeyin
dibini itinayla ve zorla sıyıran, kendini karanlık bir odada oturup kafanın
içindekileri dinliyormuşsun hissi veren her nota ve her sesle, kalp ritmine
kafa tutuyor.
Geçmişi özledikçe ensesine soğuk su tutanlar için.
son paragraf çok başarılı
YanıtlaSil