Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Çürüme, özü görüp, özden yükselip ve özden uzaklaşıp kusurlarla tanışmayla, bu kusurları reddetmeyle ve fakat tüm kusurlarına rağmen bulunulan noktaya hapsolmayla başlar. Ne kadar ileri, ne kadar yukarı ve ne kadar yere paralel gidilirse gidilsin; merdivenlerden ve divan altlarından ve apartman çatılarından öte zihinsel gelişme, çürümeyi de beraberinde getirir. Çünkü insan kusurludur, ilişkiler kusurludur ve aile kusurludur. Bunu fark eden her kimse, o yaşından itibaren çürümeye mahkumdur.
Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve büyür.
Fizik yasalarının aksine insan, ruhen ve zihnen kendini tükettikten sonra anlamaya, anlatmaya ve anlamlandırmaya başlar. Anlatmanın çok da zaruri olmadığı bu içsel çözülme, yine içsel bağları bir araya getirmeyi ve kendi kaosunu yaratıp onun içinden çıkmanın yollarını aramayı da beraberinde getirir. Tünelin sonundaki ışığın rengi ise halet-i ruhiyenin kimyasından ibarettir.
Herkesin delirmek için bir nedeni vardır, bu onu haklı çıkarmaz.
Kimse tünelin sonunda gördüğü ışığın rengi saç rengine uymuyor diye çürümüşlüğünden ve özünden vazgeçmez, hatta bunu bir kusur olarak saçına takıp sokaklara çıkar, odalara kapanır, Boğaz Köprüsü’nden atlamayı düşünür; yine de o renkten vazgeçmez. Işık çubuklarıyla gözleri bir kez kamaşan bir kişi, bir daha asla eskisi gibi olmaz. Ve bunu bildiği için de hiçbir zaman mutlu olamaz. İnsanı büyüten ve aynı zamanda çürüten tam da budur; hayatı anlamak ve kabullenememek.
Ortalama uğursuzluktaki günlerini mutsuzluklarını kanıksayan ve daha büyük bir şeyin peşinden koşmayı akıllarından geçirmeyen ebeveynleriyle sevgisizliğin bir duygu olarak yer ettiği bir evde, sanki hiç 5 yaşında değilmiş ve fakat hep 5 yaşında kalacakmış hissiyle geçiren Alper Kamu, mutlu hikayelerin bir zamanı olduğunu ve bu zamanın gece olmadığını bilir. Kendine bir hayrı dokunmadığını düşünerek kendini dünyayı kurtarmaya adarken bir yandan da bir yanlışın dönüştüğü çok bilinmeyenli denklemi çözmeye çalışır: Çok gelişmiş bir çocuk mu, az gelişmiş bir cüce mi yoksa sadece bir kabus muydum?
Bütün aşkların küllendiği, bütün babaların öldüğü, bütün hikayelerin bittiği noktada büyüyen çocuklardan sadece bir tanesinin bu yıkıntıların nöbetini tutması gerekir. Sen, ben, o ve Alper Kamu da gölgesini kaybeden her insan gibi gölgenin kendisine dönüşür. Işığın olduğu yerde karşı çıkılmaz biçimde var olan gölgeler hayatın anlamını saklar. Sözcükler, suskunluklar, şarkılar, ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, gözyaşları, sevinçler, hayal kırıklıklar, yüzler, en çok da yüzler ve zamanın ölü doğmuş çocukları birikir karaltıların içinde. Ve o karaltıların içindeki büyümeyen çocuklar, birbirlerine saçlarına taktıkları ışık çubuklarının renklerinden tanır.
* bu yazı 09.08.2013 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder