20.8.12
take me somewhere nice.
midem bulanıyor.
ya nişan yemeklerinden ya da klimadan, diyorum. antalya bana hiçbir zaman iyi gelmiyor.
işlerimi toparlayıp dışarı fırlamam gerekirken salondaki koltuğa çakılıp kalıyorum.
kendime kızıyorum. niye, diyorum, bu kadar hassas ki miden.
kusarken ağlarım ben, yine aynı şey oluyor. bu sefer başladı mı durmuyor.
bir yandan üşüyorum.
üzerimdekiler çekiştirecek kadar uzun kıyafetler değil.
kalkıp karşı koltuktaki battaniyeye sarınıyorum.
telefona bakıyorum.
hazır ayaktayken bir kahve yapayım, diyorum. kahvenin bütün sorunları çözme gücüne inanıyorum.
buzdolabını açıyorum. canım yiyecek bir şey istemiyor ki, deyip kapatıyorum.
ışığı açıyorum.
yeni bir diziye başlamanın tam sırası.
yanlış zamanda yanlış yerde olmanın da tam sırası.
battaniyeyi sinek savar olarak kullanıp koltuğa yerleşiyorum.
bir şeyler yazmaya yeltensem de, yeter, diyorum, dizi izle ve kafanı dağıt.
kafamı dağıtamıyorum.
bir peçete daha bırakıyorum dolu kül tablasının yanına.
elim telefona gidiyor.
iki başarısız konuşma denemesinin ardından başa dönüyorum.
bu sefer oluyor.
dördüncü bölümü bitiriyorum.
kahve için tekrar mutfağa geçiyorum.
yine aynı şeyler.
beş.
altı.
ayakta uyuyorum ama uykum kaçık.
yedi.
gözlerimin ağrısına dayanamayıp yatağa gidiyorum.
antalya'ya giderken yanıma almayı unuttuğum defteri çıkartıp bir şeyler karalıyorum.
ışığı kapatıyorum.
sanki göğüs kafesimde bir fil oturuyor, öyle ağır. çok sigara içtim ondandır, diyorum.
telefon çalıyor.
konuşuyoruz.
bu kez yüz üstü yatmayı deniyorum.
beceremeyince kendime kızıyorum, ne diye zorluyorsun ki, diyorum.
koridor boyunca salona seyrediyorum.
her şey bıraktığım yerde. kaldığım yerden devam etmek çok da zor olmayacak, diyorum.
laptop hala sıcak, açıyorum.
insan sesi duymak istemediğimden mogwai'ye sarılıyorum.
midem bulanıyor. kahveden ve sigaradan, diye düşünüyorum. midemde başka ne kaldı ki.
yazmaya başlıyorum. ekranın ışığı yetiyor.
gecenin sessizliğinde, tık tık tık.
sivri sinek kokumu alıyor.
kulağımın etrafında vızıldadıkça saçlarımı karıştırıyorum.
elim telefona gidiyor. huzursuz etmek istemiyorum. bu saatte aranıp ne denir ki.
karanlıkta etrafıma bakınıyorum.
tek düğmeyle arkamda bırakıyorum bilgisayarı.
bir bardak su alıp yatağa dönüyorum.
yatak daha soğuk.
ağustosta üşüyorum.
örtüyü bacaklarıma doluyorum.
bu şehirde artık pikeyle ısınılmıyor, bunu anlıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder