21.1.14

ghosts that we knew.


seyahat etmeyi seviyor musun, diye soruyor. kimse, aslında ne kadar çok gitmek istediğimi bilmiyor. bir yere ait olmanın getirdiği tembel konfordan rahatsız oluyorum. eşyaların yerini değiştirmek de bir anlam ifade etmiyor aslında. aynı metrekareleri adımlıyoruz. şikayet olarak değil, yetersizlik fikri belki de.

imkan verilse, insanların arasına karışmak yerine, bir filin hortumuna tutunmak veya yavru bir kaplanın patisinde uyumak daha dingin geliyor. sakinleşmek gerekiyor. derin nefes almak yeterli geliyor bazen. yetersiz imkanlardan şikayetle kapanıyor gece.

aidiyetle ilgili içsel sorgulamalara giriyorum. bir şeye gerçekten nasıl sahip olunur, bir şeye gerçekten sahip olunabilir mi? hayır. kimse kimseye ve hiçbir şeye sahip ve ait değil aslında. bu yüzden elimize tutuşturulan ipler hep gevşek. sımsıkı sarılınca, kemikler kırılıyor.

kendine neden özen göstermiyorsun, diye soruyorlar. kusurlarımı seviyorum. aynaya bakmak veya, şunu takmama yardım eder misin, demek yerine. evrendeki varlığımın aslında ne kadar küçük, soluk ve değersiz olduğunu görünce gitme fikri ağır basıyor. salondaki koltuğun en derin yerine daha çok gömülüyorum.

sınırları keçeli kalemle çizilen bir kümenin ne kadar dışında olduğumuzu düşünüyoruz sıklıkla. genel algının reddettiği ne kadar çirkin, kötü, lekeli, yasak şey varsa, bir bakıyoruz ki hepsi üzerimizde. öyle güzel, iyi, temiz ve olağan duruyor ki. sanki üzerimize dikilmiş paha biçilemez bir elbise gibi. aksi bir hayat düşünemiyoruz.

yaşadığım toprakla aramda duygusal bir bağ kurmuyorum. kan bağım olan insanları duygusal olarak kendime yakın hissetmiyorum. bana dayatılanla değil, kendi seçtiğim ve istediğimle mutlu olmayı tercih ediyorum. mutluluğun aslında ne kadar sorunlu bir kavram olduğunu bilerek. bazen sadece gülümsemek yetiyor.

dilimizin ucuna gelen şeyler var. kendimizi bilsek de kelimelerin yöneleceği hedefleri kestiremiyoruz. o kadar çok insan formu tanısak da hayat öngörülemiyor. sevdiğimizi söyleyemeden, ölebiliriz de. aslında en çok kaybetmek istemediklerimizden korkuyoruz. tek bir şeye bile sahip değilken.

başkalarını mutlu etmeye çalışmak kendi önümüze koyduğumuz bir engel değil asla. birey olmanın getirdiği yalnızlık hissini, apartman boşluğunda yetiştirilen bir saksı bitkisi gibi yeşertmek yatıyor özünde. gerçeklikten kopmamak için, kendini bir göğüs kafesine hapsetmek gibi.


biz yaşamazsak, başkalarının yaşadığı hayatların bir parçası olacağız. bir şeyler hep eksik, yarım ve eğreti duracak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder