seyahat etmeyi seviyor musun, diye soruyor. kimse, aslında ne kadar çok
gitmek istediğimi bilmiyor. bir yere ait olmanın getirdiği tembel konfordan
rahatsız oluyorum. eşyaların yerini değiştirmek de bir anlam ifade etmiyor
aslında. aynı metrekareleri adımlıyoruz. şikayet olarak değil, yetersizlik
fikri belki de.
imkan verilse, insanların arasına karışmak yerine, bir filin hortumuna
tutunmak veya yavru bir kaplanın patisinde uyumak daha dingin geliyor. sakinleşmek
gerekiyor. derin nefes almak yeterli geliyor bazen. yetersiz imkanlardan
şikayetle kapanıyor gece.
aidiyetle ilgili içsel sorgulamalara giriyorum. bir şeye gerçekten nasıl
sahip olunur, bir şeye gerçekten sahip olunabilir mi? hayır. kimse kimseye ve
hiçbir şeye sahip ve ait değil aslında. bu yüzden elimize tutuşturulan ipler
hep gevşek. sımsıkı sarılınca, kemikler kırılıyor.
kendine neden özen göstermiyorsun, diye soruyorlar. kusurlarımı seviyorum. aynaya
bakmak veya, şunu takmama yardım eder misin, demek yerine. evrendeki varlığımın
aslında ne kadar küçük, soluk ve değersiz olduğunu görünce gitme fikri ağır
basıyor. salondaki koltuğun en derin yerine daha çok gömülüyorum.
sınırları keçeli kalemle çizilen bir kümenin ne kadar dışında olduğumuzu
düşünüyoruz sıklıkla. genel algının reddettiği ne kadar çirkin, kötü, lekeli,
yasak şey varsa, bir bakıyoruz ki hepsi üzerimizde. öyle güzel, iyi, temiz ve
olağan duruyor ki. sanki üzerimize dikilmiş paha biçilemez bir elbise gibi. aksi
bir hayat düşünemiyoruz.
yaşadığım toprakla aramda duygusal bir bağ kurmuyorum. kan bağım olan insanları
duygusal olarak kendime yakın hissetmiyorum. bana dayatılanla değil, kendi
seçtiğim ve istediğimle mutlu olmayı tercih ediyorum. mutluluğun aslında ne
kadar sorunlu bir kavram olduğunu bilerek. bazen sadece gülümsemek yetiyor.
dilimizin ucuna gelen şeyler var. kendimizi bilsek de kelimelerin
yöneleceği hedefleri kestiremiyoruz. o kadar çok insan formu tanısak da hayat
öngörülemiyor. sevdiğimizi söyleyemeden, ölebiliriz de. aslında en çok kaybetmek
istemediklerimizden korkuyoruz. tek bir şeye bile sahip değilken.
başkalarını mutlu etmeye çalışmak kendi önümüze koyduğumuz bir engel değil
asla. birey olmanın getirdiği yalnızlık hissini, apartman boşluğunda
yetiştirilen bir saksı bitkisi gibi yeşertmek yatıyor özünde. gerçeklikten kopmamak
için, kendini bir göğüs kafesine hapsetmek gibi.
biz yaşamazsak, başkalarının yaşadığı hayatların bir parçası olacağız. bir
şeyler hep eksik, yarım ve eğreti duracak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder