28.3.12

literally, yours.


teknolojiyle olan ilişkimiz birçok özelliğimizi köreltiyor. bağlılığımız arttıkça geçmişle olan bazı bağlarımızı tek tek ve birdenbire kopartıveriyoruz. peki neden iki işi aynı anda yapamıyoruz? neden insani yanlarımızı fiber optik kablolarla veya gsm şirketleriyle takas ediyoruz? eskiden şehirler arası ilişkiler mektupla sağlamlaştırılırken neden şimdi 10 km. uzağımızdaki insandan mesajla ayrılıyoruz? neden birisine duygularımızdan bahsetmek için ellerimizi dökemiyoruz kağıda da sadece parmak uçlarımızla dokunuyoruz? ve farz et ki yazıyoruz, neden gönderemiyoruz?

15 mart gecesi bitmeden az önce bilgisayar başında vakit öldürürken bir mektup yazmaya başladım: "eksen'de gabriel çaldı. sana mesaj atacaktım ama elim kağıda kaleme gitti ve bir klişenin daha yanına tik attım, sayende." kek yapmaktan çok daha zor bir işe soyunduğumu adım gibi bile göre devirdim sayfaları; içimi dışıma çıkarttığım her halimden belliydi. belli ki bir şeylerin altı üstüne gelecekti ve fakat altında kalmaya cesaret edemedim. sonra 18 mart günü facebook'tan aldığım bir mesajla gönderemeyeceğimden emin olduğum mektubu zaten göndermemem gerektiğini öğrendim. 
 
behzat ç.'nin aynı gece yayınlanan bölümü hayalet'in ılgın'a yazdığı ve fakat gönderemediği bir mektupla bitti. "biz çok normal adamlar değiliz," cümlesiyle başlıyordu mektup. gönderemeyeceğini bildiği mektupta zayıflığını açık ediyordu en basit kelimelerle: "ben mücadele etmeyi senin kadar bilmiyorum... ben senden hoşlandım. ben çok güzel vakit geçirdim seninle. çok güzelsin. sana hislerimi nedense en kötü cümlelerle anlatıyorum hep ya... ya gerçekten sevmeyi bilmiyorum ben, ya da bilmiyorum, bir tuhaf oluyorum." ılgın dışarı çıktığında bile utancından veremeyeceği kağıda döktü içini. içim bir tuhaf oldu.

ve bugün, el yazısı filmini izledim. gönderilemeyen mektuplarla alt üst olan hayatların hikayesi. rüzgarla taşınan seslerle uyuduğu uykudan uyanan insanların mutsuz hayatlarının hikayesi. sonunda bütün mektuplar yırtıldı. kağıtlar göynük rüzgarında birbirine karıştı. insanlar o kağıt parçalarının altında kaldı.


**


bir sonu yok bu yazının. ne kadar güçlü durursan dur hayata karşı, bazen adımların çakılıp kalır olduğu yere. olur öyle. sen ne dersen de. hayat işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder