29.4.12
masumiyetin ziyan olmaz
insan doğuştan mı kötüdür yoksa kötülüğü öğrenir mi? zaten dna'larına mı kazınmıştır kötülük yoksa işlenir mi genlerine ilmek ilmek? şayet doğuluyorsa neden kimisi de iyidir? eğer öğreniliyorsa neden kimisi bunu tercih eder? bir insan nasıl kötü olur? masumiyet bunun neresinde durur?
yoshitomo nara'nın cool ve bir o kadar da hırçın kız çocuğunun aksine ayşe wilson'ın resimlerinde derin bir huzur gizli. pg art gallery'deki "biz küçükken" sergisinden bahsediyorum. b.'la buluştuğumuz eminönü-karaköy iskelesinden bir vapurla geçtiğimiz karaköy'den tophane'ye yürürken önünden geçtiğimiz 'karaköy'ün yeni yüzleri' veya serdar-ı ekrem boyunca yürüdüğümüz arnavut kaldırımlarını yararcasına açığa çıkan cafeler, butikler ve dükkanlar gibi değil hiçbirisi. o sokaklarda büyümeye çalışan çocuklar gibi hiç değil. öyle masumlar ki. dokunsan gördükleri rüyadan uyanacaklar sanki. içerdeki konuşmaların fısıltıyla yapılmasının sebebi de bu belki. saf hayallerin doldurduğunu o mekanda, herkes kendi çocukluğuyla yüzleşiyor gibi.
çocuk, masumdur. ben öylesini bilirim. ilkokula giden bir çocuk, annesinden aldığı servis parasıyla arkadaşlarına 'tüm kantin'i ısmarlayacak kadar masumdur. ben, böylesini bilirim. çocuk, uyurken en huzurlu durağındadır. şayet kabuslardan uyanıyorsa bir çocuk, o işte bir tuhaflık olduğu muhakkaktır. iğreti bir hayata doğan çocuğun masumiyetini kaybetmemek için ona sıkıca sarılması şarttır. aksi takdirde rüyaların yerine kabusları koyması kaçınılmazdır.
bir çocuğun gülümsemesinde o kadar çok şey saklıdır ki büyüdüğünde bile o masumiyet kıvrılır dudaklarının kenarından. bu öyle bir ifadedir ki, bütün düğümleri çözmeye yetecektir. gözlerindeki parıltıyla da açık eder insan kendisini. bunu anlamak içinde o insanın içine bakmak gerekir. her şey okunur ya aslında gözlerden, çocukluk da bir boşluk bulup gösteriverir kendisini, görünmek istediğine tabii ki.
dünkü tophane-galata-tünel maratonunun yorgunluğunu çıkartmak için oturduğumuz peranostra'da buna gerçekten ikna oldum. çünkü b.'ın gülümsemesinden ve gözlerinden, hala içinde bir çocuk yaşattığını gördüm. hayalleriyle, duygularıyla ve her şeye rağmen tüm masumiyetiyle. seneler geçse de ona yaşadığını hissettirecek kadar canlı bir çocuk. sana her şeyini anlatırken, seni de her şeyinle dinleyen; 1 şişe şarap ve bir peynir tabağı yuvarlayacak sürede yorulmaksızın oradan oraya koşturan kaküllü küçük bir kız çocuğu.
ve sonra gözleriyle hiçbir şeyi açık etmeyen bir adamın karşısına oturdum. bu ürkütücü olduğu kadar da düşündürücü. kim neyden saklanıyor, kim kimi bulacak belli bile değil. belirsiz olduğu kadar da yorucu zira bir insanın gülümsemesinden ve gözlerinden bir şey okuyamıyorsanız o insanla bağ kuramıyorsunuz demektir. ne geçmişle, ne şimdiyle, ne de gelecekle. kopuk kopuk akan kelimelerle, öyle ayak üstü. saklambaç oynarken gizlendiği yerde asla bulunamayan mavi gözlü bir erkek çocuğu.
*
artık, hiçbirimiz, kelimenin tam anlamıyla masum değiliz. yine de, içimizdeki çocukla bir gün bir yerde karşılaşabiliriz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder