çocukken ne mutluyuzdur. ışık, mantığın sesiyle nasıl da körelir. bu hayatta taşı düşmüş yüzükler gibi dolanıyoruz. ama sonra bir gün, bir yerden köşeyi dönüyoruz ve bir de bakıyoruz ki karşımızda, yerde yatıyor; mücevher gibi kesilmiş, ışıl ışıl bir kan damlası... hayalet değil, gerçek. dokunup rahatsız edersek yok olabilir. ama bir adım atmazsak da, hiçbir şey düzelmeyecek. bu bulmacayı nasıl çözeceğiz? bir yolu var. dua edin. kendi duanızı söyleyin. nasıl söylerseniz söyleyin, fark etmez. çünkü bittiğinde, saklamaya değer tek mücevhere, bağışlamaya değer tek tohuma siz sahip olacaksınız.
böyle sonlanıyor patti smith'in hayalperestler kitabı. altı üstü 80 sayfada seni alıp çocukluğunun en güzel anlarına götürüyor. sokaklarında bisiklete bindiğin, ağaçlarına tırmandığın, bahçelerinde çekirge topladığın. ama en çok da gecelerini anımsatıyor; gölgeleriyle oyunlar oynadığın, kendi başına koskoca bir dünya kurduğun çocukluk gecelerine.
ilkokul 2'ye gittiğim dönemde annemle bakırköy'de yürürken tavşan satan bir adamın yanından geçtik, büyümeyen tavşan.
- anne, büyümüyormuş, alalım mı?
- büyümeyen tavşan mı olur zeynep. hadi yürü.
kent shop'a babamın yanına vardığımızdaki asık suratımın sebebi 2 dakika içinde deşifre olunca abimin elinden tutmak suretiyle soluğu yine o adamın yanında aldık. artık 'büyümeyen' bir tavşanım vardı. pamuk. hayal kurmaktaki sınırlarımın gerçekçilikle ne denli daralmış olduğunu o an anlamam gerekirdi. kırmızı gözlü, tüylü, beyaz bir tavşan. adı tabii ki pamuk olacaktı. daha önce ellerimi parçalamalarına rağmen bağrıma bastığım sokak kedileri ve topraktan eşelemek suretiyle çıkarttığım solucanlar bir yana, pamuk ilk evcil hayvanım olacaktı. beslenmesinden temizlenmesine, bütün sorumluluğu bana aitti. ve bu şartlar altında, benimle uyuyacaktı. odamdaki yatağın ayak ucuna karton kutudan bir yuva hazırlandı. yiyebileceği şeyler bir köşeye kondu. uyku vakti geldi. annem masamdaki kırık yumurta şeklindeki gece lambasını açıp ışığı söndürdü. ve beş dakika geçmişti ki pamuk kutuyu parçalarcasına tırmalamaya başladı. o an ne kadar korktuğumu bugün gibi hatırlıyorum. ters giden bir şeyler vardı. ışık açıldı. odanın içi onlarca kez adımlandı. pamuk kucağa alınıp sakinleştirildi. tekrar yerine konduktan sonra ışık tekrar kapatıldıysa da aynı şeyler yinelendi. bu kez anne uyandırıldı.
- kardeşlerinden ayrıldığı için hırçınlaşmıştır, alışır.
bu kez pamuk, kutusuyla birlikte banyoya kondu. ışık kapatıldı. çıt yok. ihtiyacı olan tek şey karanlıktı aslında. bu kadar basit. ve ertesi akşam, pamuk ayak ucumdaki kutuda uyudu. bense bir daha asla gece lambasını açmadım. ve günler geçtikçe pamuk büyüdü. ilkokul 2'ye giden kucağıma sığmayacak kadar büyüdüğü bir gün, gülhane parkı'na bırakılmak üzere büyük dayım tarafından elimden alındı. o anı hayatım boyunca unutamam. sarılıp dakikalarca ağladığım pamuk'un üzerime geçirdiği tırnaklarından kendimi kurtarırken elbisem yırtıldı. ve ben o gün, dayımdan nefret ettim.
beni karanlık bir geceyle tanıştırıp ondan korkmamayı öğreten bir tavşandı. onlarca sene geriye dönüp baktığım zaman, hala çok net hatırladığım ve asla unutmayacağım bir kesittir bu çocukluğumdan. ve hayalperest, bu sayfayı açıp koydu önüme. çocukluğumun mutlu günleri...
kim bilir, belki günün birinde, taşı düşen yüzüğümü tekrar parmağıma takmak için, tekrar tavşan beslerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder