8.10.12

[insert reality here]


sayfaları hızlı hızlı çevirirken bir serinlik çarpar ya suratına, ekim havası tam da öyle işte. önünden bir sürü hayat, yeni satırlar ve çokça hikaye geçerken mevsim de dönüverir. bir günde bir bakarsın üşümüşsün, battaniyelere sarınıp içinden çıkamaz olmuşsun. yine de açsındır. yeni her şeye açık. zira hayatında -düzgün olmasa da- uzun süre rayını bir şekilde tutturmuş giden her şeyin anahtarı tam da ekim ayıdır.

aslında bahar temizliği denen şeyle arındığını sanırsın ya, o dönem tam da en başına buyruk olduğun halinle yüzleştirir aslında seni. [ne büyük yanılgı.] kemiklerinin ısınmaya, saçlarının renginin açılmaya başlamasıyla uzaklaşırsın bedeninden. giydiğin kıyafetlerin boyu kısaldıkça ten rengin koyulaşır. yara izlerin belirginliğini kaybeder. kafada hasır bir şapka, kendi hayatında turist gibi yaşarsın. hiçbir şeyin kalıcı olmadığını bilerek ve fakat bunu inkar ederek salınırsın oradan oraya. bir ayağın suda, bir gözün güneşte şehrin sakinliğine inanamazsın. aşktan burnunun ucunu göremezken serseriliğin dibini sıyırırsın. 

sonra şehir yavaş yavaş dolmaya, güneşin yüzü bulutlanmaya, kıyafetlerin boyu uzamaya, ten eski rengine dönmeye başlar. hayatın gerçek yüzüyle karşılaşmanın getirdiği sarsıntıyı üzerinden atmanla gerçek sen'le yüzleşmen arasındaki zaman diliminde en olmadık tepkilerle karşılarsın olanı biteni. ne yiyeceğini, ne giyeceğini, ne içeceğini, ne yapacağını; hangi adımını önce atacağını, ne zaman susup ne zaman konuşman gerektiğini, nasıl nefes alacağını bilemezsin. öyle bir yalpalanma, bazen tökezleme ve kararınca önünü görememenin getirdiği dağınıklığı -yeni ve daha büyük dağınıklıklar yaratarak- toparlamaya başladığındaysa bir bakmışsın kabukların kaşınmaya başlamış bile.

*

buralar artık bildiğin gibi değil, çıkarken üzerine hafif bir şey al.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder