kendini bildi bileli kalabalığı sevmezdi. bilmediği zamanlar içinse anlatılanlar yine bu yöndeydi. çok fazla insanın olduğu yerlere girmez, çok fazla vitrinin olduğu kaldırımda yürümezdi. mümkün olduğunca uzak dururdu. uzaktan, dururdu. ifadesiz bir yüzü ve hızlı adımları vardı.
sahipsiz ve renksiz bedenlerin arasından geçip gerçek sokaklara ulaşmaya çalışırdı. içine dalınca çıkılamayan sokaklarda yürürdü hep. bitmeyen hikayelerin ve sonunda ölünen gecelerin içinden geçerdi.
hiç kimseye çarpmamaya özen gösterirdi. her temasta bir iz kalırdı üzerinde ve iz bırakanları unutmamak en iyi becerdiği şeydi. duyar, dinler, yine de dokunmazdı. aynı havayı solumak bile yeterince zorken daha fazlasını midesi kaldıramazdı.
yanlış soruların sorulup doğru cevapların verildiği kapıları çalardı sıklıkla. hikayenin sonu ne olursa olsun ağlayamazdı. yuttukları büyürdü içinde ve büyüdükçe, yoruldu gördüğü suratlar karşısında.
sevgisini gösteremediği için ellerini hep ceplerine sokardı. kendisini kaybetmemek için açamazdı avuçlarını bir türlü. camdan hayallerin kesikleri ve güzel yüzlerin acısıyla dokunurdu susan insanların dudaklarına. olur da konuşurlarsa diye, bir eli hep tetikte olurdu. duyguları susturup akılları koyardı yerine.
zamanı yok sayıp birkaç mucize anını ayıklardı hüzünlerin arasından. içinden çıkılamayan şarkılarda dans edip hafızanın sonsuz boşluğunda salınırdı.
yeni hiçbir şeye inanmazdı. aslında her şey birbirinin tekrarıydı ve tarih kısa süreli bir tekerrürden ibaretti. hayat, geri dönmenin imkansızlığında sıkışan sürekli bir daireydi. hayal kırıklıkları da tıpkı güneş yanıkları gibi, hiçbir zaman şaşırtıcı bir hal almadı.
asıl imkansız olan avuçlarını açıp yağmurun içinde gizlenmekti. bir gün sonra unutulacak heyecanların peşine kapılıp koşturan kalabalıkların arasında tek nefeslik yer bulsa kendisini şanslı sayacaktı.
şansa inanmazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder