Boğazınıza bir elin sarıldığını düşünün. Kalın
parmaklı, sert dokulu; acımasız. Nefes borunuzun en narin yerinden kavrayıp
sizi soluksuz bırakan bir elin varlığını düşünün. Siz çırpındıkça daha sert ve
daha umarsızca sarılan.
Veya yüzünüze bir yastık bastırıldığını hayal
edin. Tam da uykunuzun en kuytu yerinde, gözünüzü bile açamadan, nefessiz kalıp
çırpındığınızı. Aldığınızın son nefes olduğunu anladığınız andaki
savunmasızlığınızı düşünün.
Belki de en çok sevdiğiniz ve istediğiniz
tarafından terk edildiğinizi. Kendinizi kollarınız öylece iki yanınızdan
sallanırken bulduğunuz o anı, ve etrafınıza baktığınızda oluşan o derin
boşluğu. Bomboş bir odada kapalı kaldığınızı, ve göz yaşlarıyla karışık
hıçkırıklarınız arasında nefes almaya çalıştığınızı.
Şimdi de evinizden, ailenizden ve ülkenizden
uzaklaştı(rıldı)ğınızı farz edin. Bildiğiniz tüm doğruların yanlış, inandığınız
tüm gerçeklerin yalan olduğunu. Her şeyin aksine gittiği bir dünyada kendinizle
ve dünyayla yüzleştiğinizi, yani yeniden nefes almaya çalıştığınızı düşünün.
İşte Ece Temelkuran’ın son romanı Düğümlere
Üfleyen Kadınlar, tam da nefesin kesildiği anda yeniden hayata dönüşü anlatan
bir yol romanı. Yolda nefes almayı öğrenen kadınların romanı. Hayatını yol
çizgilerinin arasına düğümleyip nefesin ta kendisi olan bir kadının romanı.
“İnsan
bir kez bir sınır geçince artık hangi sınırları geçeceğini hiç kestiremiyor.
Kaybolduğunuz çöl, sizi bulanla aynı olmuyor..."
Tanıdığımız
kadınlara benzemeyen, tanıdık Orta Doğulu kadınların; bizden farklı dilde konuşulmasına
ragmen bizimle aynı dilde konuşulduğu hissinin; ne kadar uzak olursa olsun
yakınımızda hissettiğimiz uzakta kalmış coğrafyaların ortasında dört kadının –aslında
bir olup- kendileriyle yüzleşme romanı. Annesiz ve evsiz, bildiği hayatının
dışına atılmış dört ayrı kadın, tek bir kadında parçalanıp bir araya geliyor
aslında. Hepsinin nefesi kesilmiş. Hepsi, nefesine mal olan hikayeleri döküyor
bir bir ortaya ve her biri, bir diğerinin hikayesinde almaya başlıyor nefesini.
Kendisini karşısındakinde, karşısındakiyle iyileştiren ve yeniden keşfeden bu
dört kadın, bir Orta Doğu boyunca yol alıyor. Çakıllı yollardan ve ıssız
çöllerden geçerken, kurak bir coğrafyanın ancak onlarla yeniden hayat bulacağı
salık veriliyor okuyucuya.
"Bakma
sen, kadınlar tanrıçalarını asla terk etmezler. Sadece gizlenmeleri için onlara
yeni kostümler dikerler!"
Kadınlığı
ve kadın arkadaşlığını temel meselesi olarak alan roman, annesiz ve evsiz bu
dört kadının bir de ülkeleri tarafından da istenmemesi haline temas ediyor. Bir
yandan bir kadının nasıl sevilmesi gerektiğini ince ince ve sıklıkla dokurken,
bir yandan bir ülkenin nasıl sevilebileceğini Tunus, Libya, Mısır ve Lübnan
sokaklarından ve sofralarından geçerek aktarıyor. Kadınların tüm hüznünü,
sevincini, acısını ve mutluluğunu insan seslerine ve yemek kokularına
karıştırarak sunuyor. Beyaz gecelikli kadınların toprak sarı bir fonda düşe
kalka dans ettiği bir film izletiyor Temelkuran romanında.
Yol
bitiyor. Ve kadınlar nefes almaya başlıyor yeniden. Bir yol boyunca, onlarca
hikayenin arasında, kadınlar tek bir vücuda durup, bir anda nefes almaya
başlıyor. Yeniden. Atıldıkları hayatlarından yepyeni hayatlar doğuruyorlar
kendilerine. İp ip dizdikleri göz yaşlarını düğümleyip birbirilerine,
kendilerini doğuruyorlar benliklerinden. Tek bir nefesle.
“Bırakmak
gerek, geride olan her şeyi orada bırakmak gerek.. Hayat, şimdi, burada.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder