hayat çok tuhaf.
bir gece, antalya'dan gelen, en son "doğum gününde" gördüğün arkadaşın ve birkaç kişiyle daha dışarı çıkıyorsun. çin büfe'de yemeğini yiyip babylon'a geçiyorsun. ister pinch ve dark star'lı dubstep havası soluyorsun ister lounge kısmına geçip club bangkok'la etrafını görmeyecek kadar dans ediyorsun. saatlerce. gözeneklerinden ter fışkırana kadar. tek derdin oradan buradan gelip huzurunu kaçıranlar. "yine de," diyorsun, "özlemişim böyle eğlenmeyi."
bir gün öğleden sonra başlıyorsun hazırlanmaya. senelerdir ilişkilerine tanıklık ettiğin arkadaşlarının evlilik seremonisine dahil oluyorsun. önce kilise, sonra "fenerbahçe marina'da bir yer." senin için bambaşka bir olgu, düğün. o ritüeller, eğlence algısı. "yine de," diyorsun, "onları mutlu görmek güzeldi."
bir sabah ofisteki bilgisayarının karşısına geçtiğinde günlerdir bakamadığın maillerinin arasından bir tanesini seçip çıkartıyor gözün. sarı yani important. sözcüklerine ihtiyaç duyulduğunu fark ediyorsun. okuyorsun. satırlar aktıkça dönüp bir geçmişine bakıyorsun. cevap yazarken kendini de temize çekiyorsun. "yine de," diyorsun, "hayat devam etti."
bir akşam işten çıkıp sevgilinin tuttuğu eve gidiyorsun. yürüyen merdivenleri koşmak istiyorsun aslında ama sağ bacağındaki ağrı izin vermiyor. teknolojiye teslim oluyorsun. heyecanını içinde saklıyorsun. metrodan çıktıktan sonraki yürüme mesafesinde anneni arıyorsun. ve duydukların karşısında hayat dediğin şeyle olan bütün bağlantının arasında bir perde çekiyorsun. "yine de," diyemiyorsun.
*
babam sevgisini gösteren bir adam olmadı hiçbir zaman. kızgınlıklarını da annem üzerinden yansıtırdı genellikle. ben gençken aramızda sevgiye dair somut kıvılcımların çaktığı anlar da sayılıdır belki. "yine de," diyordum, "babam o benim."
sonra bir gün, bu dünyanın -içkisi, sigarası olmayan, düzgün beslenen, spor yapan, düzenli yaşayan- en sağlıklı adamı kalp krizi geçirdi. öyle birdenbire, pat diye. ve o zaman aslında herkesin ölüme ne kadar da yakın yaşadığını fark ettim. en kıyısında. çünkü genetik. çünkü kalıtsal. babadan oğula. o günden sonra, baba dediğim o mesafeli ve düz adamın aslında ne kadar kırılgan olduğunu gördüm. bana karşı, oğluna karşı, anneme karşı. hayata karşı. hayatı karşısına alan o adamın aslında hayat karşısında ne kadar hafif olduğunu idrak ettim. ve gün geçtikçe ne kadar hafiflediğini. o sarsıldıkça bana "yine de," diyecek bir kapı bırakmadığını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder