yazmanın ruh haline iyi geldiğine inanlardanım, hatta onlardan birisiyim bile diyebilirim. süreç şöyle işliyor: aklımı kurcalayan bir şey varken ve bu şey o an yapmaya çalıştığım eylemi gerçekleştirmemin önünde bir engelken; çantamı açıyorum, defterimi çıkartıyorum, yazıyorum, sakinleşiyorum ve işimi yapmaya devam ediyorum; yatağımın tepesine mandallanmış olan ışığı açıyorum, defteri buluyorum, yazıyorum, sakinleşiyorum ve uyuyorum. bunu çok sık yapıyorum. gerçekten işe yaradığını biliyorum. yalnız şu aralar bu döngüyü kıran başka bir şey daha var: uyuyamamak.
05.11.11/01:53 ve 07.11.11/04:07. ve işte karşındayım. ışığı tekrar kapattığım an kafamın içinde dönen şeylerin arasında buldum kendimi. hepsi bir anda, tekrar üşüştü. hiç vakit kaybetmeden. gözlerim ağırlaştı. henüz ısınmamış yataktan kalktım. mutfağa gidip bir saat önce boşalttığım kültablasını aldım. bir bardak su doldurdum. bilgisayarın düğmesine bastım ve bir sigara yaktım.
şu an abimlere gitmek için sabahın köründe kalktığımda gözlerimin neye benzeyeceğini değil az önce ölümle ilgili okuduğum şeyi düşünüyorum. ama mesele ölüm değil. mesele kaybedilenler. bedenen ve ruhen. tamamlanmaya çalışırken aslında bir yandan eksilmek. eksik yerleri doldurmaya çalışırken eline yüzüne bulaştırmak. kendi ikilemeni yaratmak aslında; kendini bulurken başka şeyleri kaybetmek.
dudaklarımı yiyorum, bir şeylerin acısını çıkartırcasına. sürekli alnımı kaşıyorum, aklımdan geçenleri saklamaya çalışır gibi. saçlarımı toplamaya çalışıyorum, artık orada olmadıklarını unutuyorum. kısa kestiğim tırnaklarımın diplerini geriye itiyorum, sanki hava almaları için yer açar gibi. yüzümü ovuşturuyorum, gözlerimi değil. çünkü biliyorum ki bir kere kaşımaya başlarsam sonu gelmeyecek ve ben gözlerimi bir daha açamayacağım.
söyler misin bu saatte oturmuş ne yapıyorum?
kendi dumanımda boğulmak üzereyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder