öyle bir şey mi ki mutsuzluk; beraber yaşanan, paylaşılan, bile göre devam edilen? aksi halini biliriz biz. "normal"i odur, "olması gereken"i. iki kişiysen hayat mutluyken akar. mutsuzken zaman durur; biri bekler, diğeri bakar.
iki kişi mutlu olmak için 'var' olur. o oluş bunun üzerine kurulur. taşlar yerine ancak o zaman oturur. mutsuzluksa bir duvardır. düpedüz insanın kendi etrafına ördüğü bir duvar. kimisi geçirgen örer o duvarı, malzemesi hafiftir. dışardan bakıldığında iyi kötü görülür içerde ne olup bittiği. müdahaleye de açıktır, içerisi ışık almaya müsaittir ve doğal olarak yıkılması da kolaydır. kimisi de kapkalın betonla kaplar etrafını, tepeden tırnağa kaplar ki hiç hava alamasın içerde. karanlıktan ve havasızlıktan boğulur, yine de çıkartamaz burnunu dışarı. o dört duvarın her noktasını ezbere bilir, sonra o ezberini bozar, taşları yerinden oynatır, tekrar dizer ve yeni baştan ezberler. kendisine gerçekten bakılmadıkça, gözlerinin içine işleyip elleri tutulmadıkça içerdeki kişi hiçbir müdahaleyi kabul etmez, o duvarlar yıkılmaz. ta ki kendisi de bunu isteyene kadar. ve belki de bu duvarlar -bu mutsuzluk- içerdekinin -yaşayanın- sığınağı, kendisine sakladığıdır. kim bilir.
hal böyleyken nasıl mutsuz olunur? biri ancak diğerininkine ortak olur, olduğu kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder