tam da o. ile önceden konuştuğumuz gibi, meteorolojiye inat 11'de çıktık kadıköy'den. hava bulutlu ama sıcak, yağsa da umrumuzda olmayacak kadar eminiz açlığımızdan. istikamet belli: koşuyolu. gidenler bilir, gitmeyenlerse ancak hayal edebilir. ortasında yol boyunca uzanan bir parkın iki yanından akan yol ve sırasındaki 2 katlı müstakil evler; alabildiğine ağaç, alabildiğine temiz hava ve hayat. ama buranın benim için apayrı bir yeri var. ben burada doğdum. babamın dişiyle tırnağıyla yaptığı, benimse sadece 4 sene yaşayabildiğim dolayısıyla pek bir şey hatırlamadığım ve fakat gözümde çok naif anılar canlandırdığım evimizin olduğu yer burası. abimin peşinden futbol sahasına emeklediğim, arka bahçesinde dedemin gözetiminde toprağından solucanlar çıkarttığım, yavru kedilere kutudan sığınak yaptığım gibi naif, hiç kirlenmeyecek anılar.
ve yine o yolun üzerinde bir evin dekore edilmesiyle yeniden anlam bulmuş biber café. sanki bir arkadaşınızın evine gitmişsiniz de sizi evinin -o saklı, gizli, kapısı başka bir yere açılan- arka bahçesinde ağırlıyormuş gibi hissediyorsunuz. en azından ben öyle hissettim. kahvaltı tabaklarımız geldikten sonra da buna bir kez daha ikna oldum. tam da olması gerektiği kadardı. tam da öyle bir yerde olması gerektiği kadar. ve kediler. ve vişne likörüyle birlikte gelen türk kahvesi. ve temiz hava. haftalardır burnumda tüten kahvaltıyı ağaçların altında, -adeta- ev(im)in bahçesinde yapmanın değeri gerçekten paha biçilemezdi.
ve caddebostan. aslında fenerbahçe'den başlayan yürüyüş maratonunun caddebostan caffé nero'da sonlanması demek daha doğru olur. iki üst sokağın -ki kendisi bağdat caddesi oluyor- mahşer yerini andıran kalabalığından uzak, ayaklarınızın altında uzanan çimenler ve kafanızı kaldırdığınız zaman göz göze geldiğiniz denize karşı brownie cheesecake yemek, hatta bunu serçelerle paylaşmak...
ve bugün bir şeyden emin oldum: istanbul, her zaman, benim karşıma bir ayna koyuyor; beni kendimle yüzleştiriyor. trafiğinde, kalabalığında, gecesinde, gündüzünde; her an, bana beni anlattırıyor. ve bu şehir şu ara neye ihtiyacım olduğunu da çok iyi biliyor. ben öyle bir yerde yaşıyorum ki istediğim zaman denize bakabiliyorum, denizi dinleyip koklayabiliyorum; şehirden uzaklaşmadan şehirle bütün bağlantımı kopartabileceğim arka bahçelere gidiyorum, kedilerle kahvaltı yapabiliyorum. şehirdeyim ama sığınabilecek bir yer mutlaka buluyorum. içimde kopan fırtınaları dindirebilecek huzuru bulmak için hiçbir şeyden kaçmama gerek kalmıyor, çünkü bu şehir bana bütün gizli kapılarını açıp beni oralarda saklıyor. ta ki ben bulunmak isteyene kadar.
nero caddebostan fotoğraflarını ararken rastladım bu fotoğrafa ve çok güzelmiş:)) bunu Nero Facebook sayfasına mesaj atsana https://www.facebook.com/CaffeNeroTurkiye
YanıtlaSilteşekkür ederim, lomo ile çekmiştim.
YanıtlaSil