12.3.13

çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar*



Boğazınıza bir elin sarıldığını düşünün. Kalın parmaklı, sert dokulu; acımasız. Nefes borunuzun en narin yerinden kavrayıp sizi soluksuz bırakan bir elin varlığını düşünün. Siz çırpındıkça daha sert ve daha umarsızca sarılan.

Veya yüzünüze bir yastık bastırıldığını hayal edin. Tam da uykunuzun en kuytu yerinde, gözünüzü bile açamadan, nefessiz kalıp çırpındığınızı. Aldığınızın son nefes olduğunu anladığınız andaki savunmasızlığınızı düşünün.

Belki de en çok sevdiğiniz ve istediğiniz tarafından terk edildiğinizi. Kendinizi kollarınız öylece iki yanınızdan sallanırken bulduğunuz o anı, ve etrafınıza baktığınızda oluşan o derin boşluğu. Bomboş bir odada kapalı kaldığınızı, ve göz yaşlarıyla karışık hıçkırıklarınız arasında nefes almaya çalıştığınızı.

Şimdi de evinizden, ailenizden ve ülkenizden uzaklaştı(rıldı)ğınızı farz edin. Bildiğiniz tüm doğruların yanlış, inandığınız tüm gerçeklerin yalan olduğunu. Her şeyin aksine gittiği bir dünyada kendinizle ve dünyayla yüzleştiğinizi, yani yeniden nefes almaya çalıştığınızı düşünün.

İşte Ece Temelkuran’ın son romanı Düğümlere Üfleyen Kadınlar, tam da nefesin kesildiği anda yeniden hayata dönüşü anlatan bir yol romanı. Yolda nefes almayı öğrenen kadınların romanı. Hayatını yol çizgilerinin arasına düğümleyip nefesin ta kendisi olan bir kadının romanı.

“İnsan bir kez bir sınır geçince artık hangi sınırları geçeceğini hiç kestiremiyor. Kaybolduğunuz çöl, sizi bulanla aynı olmuyor..."

Tanıdığımız kadınlara benzemeyen, tanıdık Orta Doğulu kadınların; bizden farklı dilde konuşulmasına ragmen bizimle aynı dilde konuşulduğu hissinin; ne kadar uzak olursa olsun yakınımızda hissettiğimiz uzakta kalmış coğrafyaların ortasında dört kadının –aslında bir olup- kendileriyle yüzleşme romanı. Annesiz ve evsiz, bildiği hayatının dışına atılmış dört ayrı kadın, tek bir kadında parçalanıp bir araya geliyor aslında. Hepsinin nefesi kesilmiş. Hepsi, nefesine mal olan hikayeleri döküyor bir bir ortaya ve her biri, bir diğerinin hikayesinde almaya başlıyor nefesini. Kendisini karşısındakinde, karşısındakiyle iyileştiren ve yeniden keşfeden bu dört kadın, bir Orta Doğu boyunca yol alıyor. Çakıllı yollardan ve ıssız çöllerden geçerken, kurak bir coğrafyanın ancak onlarla yeniden hayat bulacağı salık veriliyor okuyucuya.

"Bakma sen, kadınlar tanrıçalarını asla terk etmezler. Sadece gizlenmeleri için onlara yeni kostümler dikerler!"

Kadınlığı ve kadın arkadaşlığını temel meselesi olarak alan roman, annesiz ve evsiz bu dört kadının bir de ülkeleri tarafından da istenmemesi haline temas ediyor. Bir yandan bir kadının nasıl sevilmesi gerektiğini ince ince ve sıklıkla dokurken, bir yandan bir ülkenin nasıl sevilebileceğini Tunus, Libya, Mısır ve Lübnan sokaklarından ve sofralarından geçerek aktarıyor. Kadınların tüm hüznünü, sevincini, acısını ve mutluluğunu insan seslerine ve yemek kokularına karıştırarak sunuyor. Beyaz gecelikli kadınların toprak sarı bir fonda düşe kalka dans ettiği bir film izletiyor Temelkuran romanında.

Yol bitiyor. Ve kadınlar nefes almaya başlıyor yeniden. Bir yol boyunca, onlarca hikayenin arasında, kadınlar tek bir vücuda durup, bir anda nefes almaya başlıyor. Yeniden. Atıldıkları hayatlarından yepyeni hayatlar doğuruyorlar kendilerine. İp ip dizdikleri göz yaşlarını düğümleyip birbirilerine, kendilerini doğuruyorlar benliklerinden. Tek bir nefesle.

“Bırakmak gerek, geride olan her şeyi orada bırakmak gerek.. Hayat, şimdi, burada.”


* bu yazı 11.03.2012 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder