22.6.14


"belki önceden söylediğin gibi, hepimiz çatlayıp açılıyoruz. sanki her birimiz su geçirmez bir kabuk olarak yola çıkıyoruz. ve bir şeyler oluyor... birileri bizi terk ediyor, sevmiyor, anlamıyor ya da biz onları anlamıyoruz ve kaybediyoruz, başarısız oluyoruz ve birbirimizi incitiyoruz. ve kabuk bazı yerlerinden çatlayıp açılmaya başlıyor. yani evet, kabuk bir kere çatladığında, son kaçınılmaz oluyor. ama çatlakların açılmaya başladığı an ile parçalandığımız an arasında çok zaman var. ve ancak o zaman birbirimizi görebiliriz çünkü kendi çatlaklarımızın arasından dışımızdakileri ve başkalarının çatlaklarının arasından da onların içini görüyoruz. ne zaman birbirimizi yüz yüze gördük? sen benim çatlaklarımın içini, ben de seninkilerin içini görene kadar değil. ondan önce sadece birbirimizin fikirlerine bakıyorduk, penceredeki jaluziye bakıp içeriyi hiç görmemek gibi. ama kabuk bir kere çatladığında ışık içeri girebiliyor. ışık dışarı çıkabiliyor."

18.6.14

bobby abley: disney'in karanlık yüzü.*


1923'te Walt ve Roy Disney kardeşler tarafından kurulan The Walt Disney şirketi, kuruluşundan 5 sene sonra ürettiği Mickey Mouse ve Minnie Mouse karakterleri ile büyük yankı uyandırdı. Bu ikiliyi Pluto, Goofy ve Donald Duck ile sonraki dönemlerde masal kahramanları izledi. Dev bir endüstri haline gelen Walt Disney, dünya üzerindeki herkesin gönlünü ve aklını çalabilecek karakterleri, altlı üstlü mesajları ve popüler/alt kültüre her daim ilham vermesi ile ölümsüzlüğünü ilan etti.

Peki bu ölümsüzlük yapıbozuma uğratılırsa ne olur? Bu yeniden yaratım çizgilere, desenlere, kumaşa, aksesuara nasıl yansır? Kim Disney World'ün tersine yüzüne çevirip ayı maskotu altında bir marka yaratır?

Disney World'ü aynanın karşısına koyup karanlık tarafı ile yüzleştiren Bobby Abley.


Scarborough doğumlu Abley, Ravensbourne College Tasarım ve İletişim mezunu. Dikiş makinesi ile 15-16 yaşlarında tanışmış. Nasıl kullanıldığını gerçek anlamda bilmediği halde ilk kıymetli parçasını üç ayrı jean'i kesip tek bir parça haline getirip dikerek yaratmış. Daha önce Rankin, Alexander McQueen ve Jeremy Scott için çalışmış. İmzası, ilhamını çizgi filmlerden alan desenler. İdeal müşterisi, sınırı olmayan herkes. Hayal dünyasının sınırsızlığını karanlığın sonsuzluğu ile buluşturan, herkes. Sadece geçen yıl 9 kez Euro Disney'e gitmişse de Paris'i tekdüzeliği yüzünden sıkıcı buluyor. Tarihi dokuyla devasa cam gökdelenleri bir arada barındıran Londra'yı ise 'yamalı şehir' olması itibariyle çok seviyor.



Bu ve önceki 3 koleksiyonunu Londra Erkek Moda Haftası kapsamında MAN çatısı altında podyuma süren Abley, 2015 Yaz Koleksiyonu ile Disney'in oyun havuzunu kazmaya devam ediyor. Hacienda çiçekleri ve payetlerle beslediği çizgi film karakteri desenleri, karamsar tropik bir yolculuğa referans veriyor. Dipte ise, tabii ki, Disney World dalgası devam ediyor. Hans Christian Andersen'in The Little Mermaid'i, kaykaycı bir çocuk ve her şeyini bırakıp ona ulaşmaya çalışan kızın hikayesine dönüşüyor.



Disney bundan mutlu olacak mı, bilinmez. Zira bu tasarımlar, Disney mağazalarından almak isteyeceğiniz türden değil.


Neyse ki.


*bu yazı 17.06.2014 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.

13.6.14

one love, we all love.*


Kalp atışlarının hızı, güneş ışınlarının gelme açısıyla doğru orantılıdır. Havalar ısındıkça günler uzar, kıyafetler kısalır/incelir; karamsarlık yüzeyden çekilir, gülümseyiş yükselir. Doğanın uyanışıyla eş zamanlı olarak duygular çiçeklenir; aşk galip gelir. Dört duvar arasının dar gelmeye başladığı zamanlarda doğanın renkleri takip edilir. Adımlar müziğe uydurulur; hareketler melodikleşir. Sözleri bilinen şarkıya ıslıkla eşlik edilir. Hayat, birlikte eşlik ettikçe hayattır.

Ve yazın habercisi, 12 senedir olduğu gibi bu sene de One Love Festival'dir!

Bu sene 14 ve 15 Haziran tarihlerinde Parkorman'da İstanbul, Berlin ve Austin olmak üzere 3 sahne ile gerçekleştirilecek olan 13. One Love Festival, kalp atışlarını hızlandıracak isimlere yer veriyor.


Festivalin ilk gününde; İstanbul Sahnesi'nde dans pistlerinin vazgeçilmez ikilisi Basemant Jaxx, karanlığın müzisyenleri Mogwai, zarif sesli Oh Land, her şarkısı bir hikaye saklayan Redd, olmazsa kaçmayı salık veren Büyük Ev Ablukada, akla girdiğinde uyutmayan Gece; Berlin Sahnesi'nde Alman elektronik müziğin Quentin Tarantino'su Modeselektor, maskelerin arkasındaki dj Jaguar Skills, müzikte tek türle yetinmeyen Mabbas, Villette, Berke Yavuz, Vildan Gündüz; Austin Sahnesi'nde Radyo Eksen Party, Da Poet ve Sami Baha.


Müziğin anlatacağı hikayelere eşlik etmek içinse üzerine rahat bir şeyler giymen gerekiyor. H&M'in sonsuz özgürlük sağlayan siyah askılı elbisesini, akşam havanın soğuk olacağını düşünerek jean ceketle kombinlemek; ayağına da rahat bir spor ayakkabı geçirmek gibi. Ne kadar özgür, o kadar hayattan.

İkinci günde ise; İstanbul Sahnesi'nde Moderat, downtempo'nun öncülerinden Bonobo, Suriye halk müziğini elektronik seslerle buluşturan Omar Souleyman, asi tavrından ödün vermeyen Mo, Bubituzak, Yüzyüzeyken Konuşuruz; Berlin Sahnesi'nde Style-Ist, Just D, The Red Hood, Maxi Storrs, Coşkun Akmeriç, Azun; Austin Sahnesi'nde Oldies But Goldies, Club Bangkok, Radyo Eksen Party, Ras Memo, Cowboys & Aliens, Mert Topuz, Gunesta.


Dinlerken yerinde durmak bile istemeyeceğin bu isimler, sezon trendlerinin üzerinde ne kadar güzel duracağının da haberini veriyor. Kısaldıkça kısalan üstlerin en çizgilisi, çocukluğumuzun unutulmaz parçası salopet ve serinliğe karşı bir sweatshirt. Tabii ki H&M.
Hal böyle olunca müziğe, doğaya, modaya ve aşka; kısacası hayata karşı koyamazsın. Yapacağın tek ve en iyi şey festival giysilerini kuşanıp alanın yolunu tutmaktır. O yüzden nereden gelirsen gel, Darüşşafaka metro durağında in. Şehrin kalabalığını arkanda bırakıp Osmanlı Bahçesi'nin yeşilliklerinde yoga yap. 'Aklım orda kalır,' dersen Dünya Kupası maçlarını çimlere uzanıp izle. Geçmişe olan özlemini Bomonti Bit Pazarı standında gider. Stilini H&M'e emanet et.

Birlikte hayata selam dur.

*

Bak, hafif bir rüzgar çıktı bile.


*bu yazı 06.06.2014 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.

6.6.14

club bangkok ss14 fashion show*

Sanat bütünlüklü bir iş. Ve ben defilelere birer sanat eseri gözüyle bakıyorum zira dekorundan müziğine, koleksiyon parçalarından modellerin yürüyüşüne kadar her anı performansa dayalı bir etkinlik. Ve her sanat eseri gibi onun da bir felsefesi, bir duruşu var. Arkasında yatan hikayesi, arka planda çalışan ekibi, hazırlık aşaması; kıyafetlerin tasarlanması, dikilmesi, uygun aksesuarların seçilmesi; doğru müziğin belirlenmesi, beğenilmemesi, tekrar denenmesi; dekorun kurulması, ışığın ayarlanması; modellerin nasıl yürüyeceği, nasıl bakacağı, ne zaman göz kırpacağı kurgusu ile tepeden tırnağa bir sanat eseri.

Sizin performanslarınızdaki doğallığın arkasında, bu noktaya gelene kadar çalışılmış bir süreç olduğunu düşünüyorum. Tıpkı bir defile gibi. Bir hikayeniz, giyim tarzınız, müzik seçiminiz ve tavrınız var. Ve doğallığınız, tüm bu süreci bire bir yaşamış, yemiş/içmiş ve sindirmiş; üzerinize oturtmuş olmanızda yatıyor. Buna istinaden, sizi podyuma çıkartmak istiyorum. Model olarak değil, tüm kurgunun altında imzası olan tasarımcı olarak. Ve her birinizden teker teker, bir tasarımcı edasıyla defile kurgulamanızı istiyorum; ilham kaynağı, dekor, modellerin seçimi, müzik ve tabii ki kıyafetler.

Evet, söz sizde.

Öncelikle bizim performanslarımızı doğal bulduğunuz için teşekkür ederiz. Aslına bakarsanız; bir defile kadar anının anına tutması gereken bir zorunlulukta çalışmıyoruz. O, başından sonuna kurgulanan konseptiyle bir hayli zor iş. Biz bir defileye kıyasla çok daha rahatız. Doğru müziğin belirlenmesi ve doğru aksesuarların seçilmesi kısmı zaten cebimizde taşıdığımız nüfus cüzdanımız gibi her zaman bizimle. Yılların birikimi olan arşivlerimizi çıkartıp önümüze koyuyoruz. Evde tek başımıza sevdiğimiz bir şarkıyı nasıl söylüyorsak, o şekilde davranıyoruz. Eğer bizim performanslarımızdaki doğallığı ele alırsak; içerisinde liseli bir ergen çocuktan tutun da otuzlu yaşlarına merdiven dayamış, şakacı (hem de arap şakası) işinde ve de gücünde insanların enerjisinin katık edilerek dışarı vurumu olarak açıklayabiliriz. Çizgimiz belli olduğundan giydiğimiz kıyafetler de üstümüze tam oturuyor. Anlarsınız ya…

Defilimize gelirsek; Onur son dönemde yıldızı parlayan bir moda http://mydearfollowers.tumblr.com/  blogger’ı. İsterseniz ilk defileyi kendisine bırakalım;

Mizahla moda pek yan yana gelmediği için ben açtığım blogda bu iki kavrama önem verdim. Burnu kalkık moda camiasının mizahın en leş versiyonuyla birleşkesini yansıttığım blogumdan alıntılayarak kendi defilemi yaratabilirim. İlk olarak; benim hayalimdeki defilenin koreografisini yapacak kişi çok sevdiğim şahsiyet Uğurkan Erez değil, Süheyl ve Behzat Uygur olurdu. Neden derseniz; moda ile mizahın uyumsuzluğunu yansıttıkları için derdim. Bilirsiniz; Uygur kardeşlerin de bir tanesi rengarenk giyindiği kıyafetleriyle bir dönem gençlerin beyinlerini yakmıştı. Öbür nedenimse; maalesef ikisi de hiç komik olmayışıdır. İşte, bu yüzden en iyi ilham kaynağım bu başarısız ikilli olurdu. Defilede görücüye çıkacak olan koleksiyon konusunda da tercihim; yine kendi blogumdaki paylaşımlarımla da mesajını vermeye çalıştığım, “Ne giyersen giy kendini rahat hissettiğini giy!” ya da “Kasılacak bir şey yok kendin ol yeter!” minvalinde olurdu. Tıpkı blogumda da yaptığım gibi gündelik hayattan basitçe kombinlenebilecek ürünleri eşleştirerek seçerdim. Bu yıllardır giymediğiniz bir sweatshirt de olabilir. Bir pazarcı hırkası bile… Mankenler konusuna gelince; direkt olarak web tarayıcıma açılış sayfası olarak eklediğim Option isimli model ajansından seçmece usülü karar verirdim herhale. Müzik olarak da; Primal Scream’den Loaded çalardım.

Sözü diğer arkadaşlara bırakayım;


Birçok otorite tarafından defalarca şehrin en iyi giyinen insanı olarak lanse edilen Hakan arkadaşımız, sahibi olduğu paranın %90’ını tekstil sektörüne yatırmasıyla ünlüdür. Dolabında 58 kazağı olduğu biliniyor. Yüzlerce ayakkabısı olduğuna dair söylentiler var. Şu sıralar havaların açmasıyla birlikte kazak koleksiyonu yerini t-shirt’lere bırakıyor. O yüzden kendisinin tek bir yumrukla (dolabıyla) koca bir defileyi öldürebileceğini söyleyebiliriz. Düzenleyeceği defile evinde tuttuğu ama giymeyi unuttuğu kıyafetlerini sergiler, müzik olarak da şu sıralar ‘Mükemmel bir albüm yaptılar’ diye övüp durduğu Kasabian’dan Eez-eh’i podyumda tercih ederdi.


Doğu ise; ‘Yılda bir alırım ama aldım mı da tam alırım’cılardan biri. Uzun süre boyunca üzerine bir iğne bile almaz. Ki; biz burada kendisinin bayramlık harçlıklarını biriktirdiğini düşünüyoruz. Bir şeyler alma kararı aldığında da girdiği mağazada rüzgar gibi eser. Bir araba parasına deri ceket aldığı görülmüştür. Araba darken yanlış anlamayın Tofaş’ı kast ettik. Defilesinde boy gösterecek olan mankenleri de Tofaş Kızları arasından seçerdi. Müzik tercihiyse; ‘Sevdim mi tamam severim!’ olurdu.  


*bu yazı 02.06.2014 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.