29.5.14

spfx: dönüşüm a.k.a bir burak erkil sergisi*


Kendimize en açık olduğumuz yerdir ayna. Bedenimizi ve ruhumuzu sorguladığımız yansımamızdır. En yalın ve belki de en net olduğumuz halimizdir kendimize karşı. Kendimizi açıkça eleştirebildiğimiz, en yalnız alanımızdır. En gerçek halimiz. Peki ya aynanın dışındaki halimiz?

Bedenimize ve ruhumuza kuşattığımız her parça bizi bizden ve kendi gerçekliğimizden uzaklaştırır. İçimizi dışımızla ne kadar bir tutmaya çalışırsak çalışalım hep bir yapaylıkla sarmalanmış halde buluruz kendimizi.

Burak Erkil'in SPFX denen silikon ya da PFX denen lateks maskelerle kapatarak yarattığı metaforik fotoğraf ve video serisinden oluşan sergisi tam da bu noktaya dokunuyor. Hah, tam orası. Yüzün, yüzün ardının ve bedenin sorgulandığı yer. Organik/inorganik, sahte/gerçek, gerçek/rüya arasındaki sınrların silindiği yer.

SPFX: Dönüşüm denen o 'yer' 31 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında, Çağlar Kanzık yönetiminde, Karaköy Külah'ta sergileniyor.

Evet, tam orası.


*bu yazı 29.05.2014 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.

hayatın izleri, austin tott*


İz bırakıyoruz. İz bırakmayı seviyoruz. Olan biten ne varsa, hepsini kendimizden hayata bir iz bırakmak için yapıyoruz. Peki hayatın bize/bizde bıraktığı izleri ne yapıyoruz?

Dövme, hayattan aldıklarınızı ve/veya hayatın size verdiklerini bir iz olarak vücudunuza bırakmak aslında. Hatırlamak, hiç unutulmamak istenen an'lara dair küçük dokunuşlar.


Amerikalı fotoğrafçı Austin Tott da bu izleri o anlarla bir araya getirip bir seri oluşturmuş: Tiny Tattoos. New York arka planında bir bisiklet, mail'e karşı bir mektup, kitaplar için tırnak işareti.

Küçük ve fakat derin izler bırakan hayatların şerefine.


*bu yazı 21.05.2014'te trendus.com'da yayınlanmıştır.

19.5.14

these are hard times for dreamers.


uyanıyor.

otururuyuruyanık dokuz saatin ardından otobüs camındaki dağılmış silüetiyle karşılaşıyor. arkası yeşil. arkası gelincik kırmızısı. arkası güneş. arkasında gök yüzünü yaran yel değirmenleri. görüntüsünü aşıp doğaya bakıyor. sonra sağ tarafında oturan tanımadığı insana. ve onun yanında oturan diğer insanlara.

yüzünü doğaya dönüp insanları düşünüyor. sonsuz boşlukta kum tanecikleri gibi dağılan insanları. bir toz zerresi gibi oradan oraya saçılan. yakan, yağmalayan, kıran insanları.

solda yükselen güneşin camdaki kırılmasına bakıyor. kırılma anlarını düşünüyor. hayatının seyrini başka bir yöne çeviren sarsıcı anları.

sabaha karşı 5'te ada kitabevi'nin önünde otururken buluyor kendini. onu kırıp binlerce parçaya bölen bir anını anlatırken. insanlara olan bakışını başka bir yöne çeviren o anı anlatırken buluyor kendini. kendi yasının gölgesindeki adam sarılıyor. öyle bir sarılıyor ki hayatının seyri başka bir yöne dönüyor.

sanki dünmüş gibi yaşıyor o anı. sanki hiç yaşanmamış gibi. sanki hiç gerçek olmamış gibi. öncesinde olan biten ne varsa, hep bu an içinmiş gibi.

geçen iki seneyi düşünüyor. hayatı anladığı ve fakat kabullenemediği o iki sene içinde, hep o adama sarılırmış gibi sarılıyor duygularına. duygularını paylaşmayı öğreniyor. etrafına ördüğü duvarı perde perde indirdiği insanlara daha çok sarılıyor. sanki hiç yoklarmış gibi. öncesinde olan biten ne varsa, hep bu insanlar içinmiş gibi.

sonsuz boşluktaki kum taneciklerinin rüzgarla savruldukları alanı düşünüyor. o alanın dışında gelişen hayatları. o hayatlara müdahale eden insanları. kendi alanının dışında gerçekleşen savrulmaların yarattığı yıkıcı etkiyi biliyor. çünkü insanlar kırıyor. insanlar dövüyor. insanlar tecavüz ediyor. insanlar vuruyor. insanlar öldürüyor. sırf oldukları yerden başka yerlere savruldukları için.

ve sonsuz boşlukta bir kum tanesi kadar değeri olan insanlar, kendilerine verilen değerin ağırlığını kaldıramadığı için.

hayat, kırıldığı her an, yeni yaslar ve yansımalar doğuruyor. ve her kum tanesi, yeni bir yasın ve yansımanın ışığında renkleniyor.

tuttuğu yasın açtığı boşlukta yepyeni çiçekler yetiştiriyor. kimini göğüs kafesine bastırıyor. kimini artık daha çok titreyen elleriyle uzatıyor, yeşertsinler diye. kimi üzerine basıyor ne olduğuna bile bakmadan. kimini sırça bir fanusta saklıyor, zarar görmesinler diye. yasının gölgesi ve yansımalarının renkleriyle hep canlı kalmaları için çabalıyor. yüzünü güneşe gönüp gülümsüyor.

*

uyanıyor.

"hayal kur ve gör," diye mırıldanan bir çocuğa aralanıyor tuzlu kirpikleri.

bir daha ne zaman gelincik görür, bilmiyor.

4.5.14

rather be in the woods.


herkes mutsuz. herkesin şikayet edecek bir şeyi var. bazı şeyler sırf öyle olması gerektiği için oluyor. çoğu şey özünden uzaklaşıp çamura sürükleniyor. kimse istemiyor. kimse istediği hayatı yaşamıyor. herkes biliyor. herkes mutlaka bir şey biliyor. onu üzmemek için söylemiyor. sırf o üzülsün diye daha yüksek sesle söylüyor. kimse kabul etmiyor. kimse içindekiyle barışıp gerçekliğini kabul etmiyor. herkes konuşuyor. herkes susuyor. sonsuz gürültünün içinde hiçbir ses duyulmuyor. derin sessizliğin içinde gürültüden durulmuyor. herkes öncelikli. herkes önce kendinde. kimse kendisiyle kalmıyor. kimse kendini tek başına bırakmıyor. sürekli bir tehdit var. sürekli bir tedirginlik var. herkes bekliyor. herkes duruyor. sonundaki ışığa daha çok yaklaşmak istiyor. sonundaki kör edici karanlığı düşünmüyor. kimse yaptığını kabul etmiyor. kimse üzerine düşünmüyor. herkes çalıyor. herkes başkasının hayatını üzerine dikmeye çalışıyor. elinin uzanabildiği kadarını yıkıyor. aklının alabildiği kadarını tükürüyor. kimse yalnız kalmıyor. kimse yalnızlığıyla barışmıyor. 

*

apartman boşluğunda kuruyan çiçeği balkona alıyorum. çünkü hayat yeşerdikçe griler ölür.

çünkü ütopyalar güzeldir.

çünkü hatalarımızla güzeliz: victoria siemer*


Kaç kez bir kalp kırıklığının üstesinden bilgisayarının masaüstündeki bir klasörü çöp sepetine sürükleyip bırakacak kadar kolay geldin?

Bir duygunun üstesinden gelmenin iki yolu var; ya o duyguyu söküp atmak ya da o duygunun içinde sürüklenmek. Ve kimse sürüklenmek istemez. Brooklynli grafik tasarımcı Victoria Siemer, Human Error serisinde içinde sürüklenilen duyguların nasıl sökülüp atılabileceğini eski teknolojiyi yenisiyle bir araya getirerek kurguluyor. Sonuç; güzel, üzücü ve muazzam, ve insanın dışavurabileceği diğer 21 duygunun tamamı.

3 kelimelik bir mesajın arkasında yatan duygular nasıl uzlaştırılır? Neden görüş açımızdan uzaklaşmaya çalışan insanları Facebook'tan takip ediyoruz? Neden, tüm koşullar aksini gösterirken, her zamankinden daha az iletişim kuruyoruz? Witchoria olarak da tanınan Siemer, her hafta güncellediği Tumblr sayfası üzerinden sergilediği Human Error'da bu sorulara tarayıp bilgisayarına aktardığı Polaroid fotoğrafların üzerine iOS tipi uyarı kutuları ile mesajlar iliştirerek cevap veriyor. Görsel ve duygusal olarak.


Modern ilişkilerin Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve Her gibi filmlerle sorgulandığı şu günlerde, bilgisayar mesajı gibi yeni nesil teknolojinin Polaroid fotoğraflar gibi vintage kavramla bir araya getirilmesi derinlerdeki duygusallığın mevcut yaşam şeklimizdeki yerini de açığa çıkarıyor. Sürekli hata mesajları ile karşılaşıyoruz. Sürekli hata veriyoruz. Mesaj kutularından birisinde, "Hatırlatma: Bir gün öleceksin," yazısı çıkarken bir diğerinde, "Tüm duygularını silmek istediğinden emin misin?" sorusuyla yüz yüze geliniyor.

Varoluş krizini sorgulamaktan duygularımızı silmenin mümkün olmadığı gerçeğine, her fotoğraf, üzerinde yer alan mesaj kutusu ile, daha kalp burkan hale dönüşüyor. Bize de bu duygusal çöküntünün ardından eve sağ salim varmak düşüyor.


Üzerine yenisini kaydetsek de hiçbir şey silinmiyor.

Hatalarıyla sevdiğimiz kalp kırıklıklarımız ve kusurlarıyla sevdiğimiz anılarımıza.


*bu yazı 04.05.2014 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.