24.8.13

watch me dance like a puppet, you can almost see the strings.


üzerini değiştirir gibi geçiyor hayat.

havaların ısınmasıyla ne kadar azalırsa azalsın yükün, hep aynı şeylerin arkasına saklandığını hissetmeye başladığın an, kendini çıplak gibi hissediyorsun. en savunmasız ve en zayıf olduğun anda yakalıyor seni kırıklık. zaman ne kadar geçmek bilmezse, o kadar uzun sürüyor yaşadığın sarılmışlık hissi. ve ne kadar ince giyinirsen giyin, sürekli ve sürekli olarak kurtulmak istiyorsun parçalarından. birer birer eksiltip fazlalıklarını, tanıdık bedenini görmeye çalışıyorsun.

kat ve kat giyinmeye başladığın havalarda, ısınmanın bir şekilde yolunu bulmaya çalıştığın karanlık günlerde ise daha çok kayboluyorsun. üzerine binen her yükle, yazı daha çok anımsıyorsun, yazın getireceği ağırlığı göz ardı ederek. sonsuz ve sınırsız bir döngü içinde, kendini en kısır ve en ağır hissetmeye başladığın anlarda ise elin hep yeni aldığın bir elbiseye gidiyor. uçmanın getireceği özgürlük hissini en çok bu zamanlarda özlüyorsun.

üzerini değiştirirken bir kenara fırlattıklarını toplamakla geçiyor hayat.

çamaşır makinasının içinde unutulduğu için defalarca yıkanan, defalarca aşınan bir çorap teki gibi, kenarda köşede bıraktıklarının günün birinde nasıl da yıpranmış olduğunu görüyorsun. yaşadıkların, anlattıkların ve anımsadıkların gün yüzüne her çıktığında daha çok eskiyor ve artık üzerine bile oturmuyor. alınmasının üzerinden seneler geçmiş bir tişörte bakıp, üzerindeki tozları ve anıları birer birer temizleyip geri yerine kaldırmak yerine bir kenara ayırıyorsun. bir daha hiçbir zaman giymeyeceğin şeylerin ortalıkta olması yerine, sürekli giydiğin şeyleri etrafa saçmak daha katlanılabilir kılıyor hayatı. bildik, anlaşılmış ama hiçbir şekilde kabullenilemeyecek bir kaosun içinde yaşamak, olağanlığın ve düzenin önüne geçiyor. imkansız ve uzak olan, her zaman daha çok seviliyor.

üzerini değiştirirken bir kenara fırlattıklarını topladıktan sonra ortalığı daha çok dağıtmakla geçiyor hayat.

gecenin karanlığının sabaha çaldığı aydınlıklarda uyanıp, yarı uyur yarı uyanık, kuruyan ağzına inat, bulunduğun kalabalıkta gördüğün rüyayı hatırlamaya çalışıyorsun. aklına gelen her kare için ayrı bir sayfa açıyorsun not defterinde. değişen her yaprakla birlikte eski anılar canlanıyor gözünün önünde. ve gelecek günlere olan merakın, geçmişin belirsiz yaşanmışlıklarının gölgesinde kendisine yeşerecek bir yer arıyor. apartman boşluğuna kafanı uzattığın her an, yetiştirmeye çalıştığın çiçeklerin ne kadar çelimsiz olduğunu görüp bahçede kurumaya bıraktıklarınla göz göze geliyorsun. değil yıldızları gökyüzünü bile göremeyecek kadar çekiyorsun yorganı üzerine. pencereden sızan soğuğa karşı burnuna kadar örtüyosun uykunu. kalbinin atışını parmak uçlarında hissettiğin an hissediyorsun yaşadığını. sevgiyi, ayrılığı, hayal kırıklığını, özlemeyi, gitmeyi, inadına kalmayı ve yeniden sevmeyi anlıyorsun.

*

ellerini kirletmediğin bir hayat yaşadığını düşün, gerçekten mutlu oldum diyebilir misin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder