15.10.13

sometimes i don't know whether to laugh or simply kill myself.


günün sonunda, kafalar yastığa konduğunda, her insan kendi bencilliği ile yatıyor, yatışıyor, sevişiyor ve uykuya dalıyor. rüyalarda dikilen yaraların kabukları ertesi sabah da kaşınmaya devam ediyor.

tüm güzelliklerin ve iyiliklerin sonuna nokta konan her an, yeni ve bambaşka bir kötülük ve çirkinlik doğuruyor. inanmakta ve bakılmakta güçlük çekilen her yeni yüzle bütün aynalar tekrar kırılıyor.

durulması beklenen bir suya atılan her yeni taşla dalgalanıyor ruhlar, ve mavilik hiçbir zaman o kusursuz tonuna kavuşamıyor. gerçeğin önüne filtreler, dokular ve dokunuşlar geçiyor.

kimse kimseyi o en saf ve temiz haliyle sevemiyor; her zaman bir pürüz, hep bir tedirginlik ve tereddüt bölüyor geceyi. sonsuz beyazlığın kapısından nefessiz kalınarak dönülüyor.

arabaların yol çizgisine paralel olarak seyrettiği her gidiş, ani bir fren sesiyle kesiliyor. gitmek hiçbir zaman bir çözüm olmuyor. 

uçağın tekerleklerinin piste değdiği her yolculuk, yalnızlık ile başlayıp yeni mesafelerle son buluyor. bulunulan yer ve an, hiçbir zaman son olmuyor.

ev denen o dört duvar yeni sırları ve yeni itirafları ortalığa döküp yeni gözyaşları ve yeni karamsarlıklar doğuruyor kendi içinden, kendi içine. ölüm bile kendi iç hesaplaşmalarını koyuyor karşısına sessizce.

kötü ne kadar kendini aklamaya çalışırsa çalışsın, hep daha kötü ve daha çirkin bir yüzü ile yüzleşiyor. akıttığı yoğun sıvılarına bulanıp, alamadığı keskin kokusunda boğuluyor.

yüksek tondan konuşan her ses, kendini haklı çıkartamayacak olmanın çaresizliği ile titrerken, olabildiğince acımasız ve alabildiğine gaddar oluyor. kısılan çığlıkların yerini siyaha bağlamış göz bebekleri alıyor.

ısınan hava ile tanınmayacak hale gelen eller, dokunduğu her bağa yabancılaşıyor ve uzaklaştıkça soğuyor. damarların sayıldığı her beden, titreyerek sığınıyor başka ve yabancı bir eve.

içte büyütülen her insan ve özlem, gerçeklikten uzaklaşarak başka boyutlara taşınıyor. zaman ve mekandan kopuk vedaları ve var oluşları büyütüyor kendi içinden, kendi içine. gerçek olamayacak kadar büyük bir sevgi ve sağ bırakmayacak denli kırık kemikler kalıyor geriye.

mecburi bir hayat yaşayanlar mutsuz yaşlanıyor. ve mutluluk hiçbir zaman bireyden bağımsız düşünülemiyor. 

herkes, günün sonunda, kendi bencil uykusunda ölüyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder