23.2.14

please don't find me.


gökyüzü ve yeryüzü aynı renk olduğunda uzam kayboluyor. elin uzandığı, gözün gördüğü, kulağın işittiği boşluk hissinin zamanda dağılmaması ve zamanın yok olmaması için çok az zamanı kalıyor.

itiraflar. inkarlar. ihanetler.

hepsi için çok az zamanı var.

kendisine yarattığı uzamın zamanda dağılmaması için, sardığı son sigaradan dudağına yapışan tütünü çiğniyor. ağzının acı tadı, ona hala var olduğunu hissettiriyor. tat alma duyusunu gitgide öldüren tütün sayesinde hala hayatta olduğunu hissediyor.

soğuktan korunmak için önce montunun düğmelerini ilikliyor. kapşonunu kafasına geçirince tüm seslerden yalıtıyor kendini. an'ın sessizliğini fırsat bilip sesler çağırıyor aklına. az önce telefonda konuştuğu eski sevgilisinin sesini duyuyor önce. son olanın her zaman için bir önceliği oluyor.

ellerini ceplerine götürüyor birden. anahtarlarına takılıyor parmağı. şıkırtısını bacağında hissettiği, yaklaşık iki buçuk saat önce kapısını kilitleyip çıktığı evinin anahtarı. kedisini arkadaşına bıraktıktan sonra geride hiçbir şey kalmamacasına yakıp çıktığı evin anahtarlarını ne yapacağını düşünüyor. ileri doğru fırlatırsam bastığım yerin daha ne kadar devam ettiğini anlayabilirim, diye düşünüyor. anahtarlara her zaman haddinden fazla anlam yükleniyor.

ceplerini karıştırmaya devam ediyor. tırnakları tütün doluyor. bir sürü küçük kağıdın arasından sert ve küçük bir şey hissediyor parmak uçlarında. baş parmağı ve işaret parmağı ve orta parmağı arasında evirip çeviriyor üzeri pütürlü yuvarlağa yakın cismi. iki hafta önce gittiği deniz kenarının kokusu geliyor burnuna. yatağına dökülen kumların tanecikli hissi yayılıyor parmak uçlarına. hafif ve ılık bir rüzgar esiyor sonsuz boşlukta.

ne kadar zamandır yürüdüğünü düşünüyor. ne kadar zamandır hayatta kalmaya çalıştığını, ne kadar zamandır üşüdüğünü, ne kadar zamandır sevdiğini, ne kadar zamandır kalbini hissetmediğini. montunun düğmelerini tekrar açıyor.

boynuna sardığı atkıyı gevşetip nefesini yokluyor. son zamanlarda aldığı kesik nefesler için havadaki gri kurum kokusunu sorumlu tutuyor. pencereleri açtığı zaman evin içine dolan ve sokağın ve hayatın tüm ağırlığını evin içine dolduran kir, ciğerlerine çöküyor. artık, hayatın ağırlığını göğüs kafesinde taşıyamıyor.

koşmaya başlıyor neden sonra. hiç sevmese de, renklerin tek bir tona döndüğü bu boşluktan çıkmak için tüm gücüyle koşuyor. tanıdık bir kelime, tanıdık bir sokak, tanıdık bir ev görmek için tüm varlığıyla koşuyor. kalp atışlarını tekrar hissettiği an, duruyor.

kan ter içinde, olduğu yere çöküyor. dizlerine batan taşları elleriyle yokluyor. zemini okşayarak yere paralel uzanıyor. yüzünün yarısını yere yaslayarak dizlerini karnına çekiyor. uzanabildiği taşları elinde biraz çevirip geri yere bırakıyor. yerçekimiyle bu kadar barışık olmamız ne kadar tuhaf, diye düşünüyor.

hatırladığı en eski an'ı bulmak için yokluyor hafızasını. istediği ve hayal kırıklığı yaşadığı tüm hayatlardan, gittiği ve özlediği tüm şehirlerden, tanıdığı ve yalan söylediği tüm insanlardan, yerleştiği ve yaktığı tüm evlerden, okuduğu ve yazdığı tüm kitaplardan, sevdiği ve seviştiği tüm insanlardan önce. 

*

ahşap bir evin çatı katında buluyor kendini. iki yaşında. yüzünün yarısı yere yaslı, dizleri karnına çekilmiş. montu yorgan gibi kaplamış üstünü. üçgen bir pencereden süzülen ışık, havada asılı toz zerrecikleri uçuşan altın sarı bir perdeye dönüştürüyor. elinin altında sıcak ahşap hissi. gözlerini açtıkça toz iniyor. gözüne, pencerenin altındaki içinin süngeri yer yer dışına çıkmış peluş tavşan takılıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder