2.3.14

just hold on, we're going home.


gel, seninle bir yolculuğa çıkalım.

yanına çok fazla şey almana gerek yok. mümkünse, en hafif olanları hatta. kendi ağırlığını artıracak türden değil yani. birkaç kazak, birkaç kitap ve arasına sıkıştırılmış fotoğraflar, defter ve kalemler, telefon ve ona bağlı kulaklık, sana kim olduğunu hiçbir zaman unutturmayacak kolyen. ıssız bir adaya düşünce değil, ama bilmediğin bir yolculuğa çıkarken alacağın türden.

böylesi daha iyi. içinde taşıdığın yükün ne kadar ağır olduğu düşünülürse. ne kadar hafifsen, o kadar iyi.

peki geri kalan her şeyi arkanda bırakmaya hazır mısın?

evini örneğin. annenin sıcak omzunu, televizyonun karşısında ayaklarını uzattığın rahat koltuğu, kapısını kapattığın an kendini içine kapattığın odanı. veya cebindeki son parayla aldığın yıldız şeklindeki cam kaseyi, o kaseyi koyduğun sehpayı, binbir özenle askıya astığın kıyafetlerini, mevsim geçişlerinde üzerine örttüğün ekoseli battaniyeyi. dişinle tırnağınla inşa ettiğin kurulu düzenini. belki de hepsini dağıtmak en iyisi, bir daha toplamamak üzere.

aileni bir daha hiçbir zaman görmemeyi göze alabiliyor musun? belki her gün, belki senede on gün gördüğün annenin ve babanın bir anda hayatından çıktığını düşünebiliyor musun? sanki hiç yomuş ve olmamışlar gibi davranamazsın, biliyorum. yine de arkanda kalanların, senin en büyük parçan olduğunu kabullenmelisin. ancak kabullenerek göze alabilirsin.

arkadaşlarını düşün mesela. hangisini arkanda bırakmak istersin ki? hatta hepsi seninle gelsin istersin. en içten ve en imkansız dilek bu belki de. çocukluğunu, gençliğini, insanlığını; her şeyini, her şeyinle verdiğin o insanları geride bırakmanı istemek acımasızca belki de. sen teklif et, belki ağırlığını artık taşıyamayanlar da gelir bizimle.

çalıştığın iş belki de en son düşüneceğin şey olacak, biliyorum. biliyorum ki zaten mutlu değilsin. her sabah uyandığın ve evin kapısından çıktığın aralıkta tereddütsüz aynı eylemleri gerçekleştirdiğin, metronun merdivenlerinden indiğin ve masanın başına oturduğun aralıkta ayaklarını sürüdüğün, mesai bitimine kadar gözünün ucuyla saate baktığın o iş, geride bırakmaya hazır olduğun tek şey belki de.

ayrılmadan sokaklarla da vedalaşmak istersin belki. kaldırımı kırık, yokuşu dik, kokusu kendine has şehrin sokaklarını. her birinde bir iz bıraktığın, kendi izlerini yamadığın merdivenlerle birbirine bağlanan şehrinin çıkmaz sokaklarında son kez yürümek istersin. gitmeden bıraktığın izleri silmek için. seni görmediği zaman özlemeyecek olan şehrin sokaklarını son kez unutmak için.

bir de toprak mevzusu var tabi. doğduğun, büyüdüğün, koştuğun, düştüğün, ölümden döndüğün, öldüğün topraklar. artık sana ait olmayan, sana iyi gelsin diye basmaya her çalıştığında seni öfkeyle kusan topraklar. belki de en büyük ve en can acıtan sebebi bu, gitmenin. aldığın her nefesi burun deliklerini tıkayarak, parmaklarını gırtlağına dolayarak içine hapseden ve boğulmayı kabullenilemez bir doğallığa bürüyen topraklar. seni zaten hiçbir zaman kabul etmeyecek başka topraklara gitmenin sebebi, kendi toprağına karışamayacak olman belki de.

*

düşünmelisin. çünkü bildiğin her şeyi unutup yerlerine yenilerini öğreneceksin. aklın hep geçmişe gidecek; yaşadıkların, hissettiklerin, kalp çarpıntıların ve kırıklıkların. geride hep hislerin kalacak. yola kendinle çıkacak olsan da, geride bıraktıklarını düşünür insan.

üzülmelisin. çünkü biz duygusal çocuklarız ve bu çok hüzünlü bir gidiş olacak. aklın hep arkada kalacak; annen, evin, arkadaşların, bıraktıkların. geride hep bir parçan olacak. belki de en büyük parçanı yanına almış olsan da, geride kalan için üzülür insan.

heyecanlanmalısın. çünkü bu kararı almak uçurumdan atlamak gibi ve sen yüksekten korkmuyorsun. aklın hep bilinmeyende olacak; duracağın tren istasyonları, soluklanacağın kafeler, dokunacağın gök yüzü. geride hep izlerin silinecek. sen ne kadar inanmak istemesen de, güvenli sulardan lacivert okyanusa dalacağı için heyecanlanır insan.

anlamalısın. çünkü yaşadığın hayatta bir yabancı olmak ve her doğrunda yalancı çıkmak acı vermeye devam edecek. aklın hiçbir zaman olan biteni kabullenemeyecek; paslı, kirli, bozuk. geride hep zalimce bir savaş verilecek. sen ne kadar bunu hayata yakıştıramasan da, anladığı ve kabullenemediği için de gider insan.

*

kapıyı arkandan son kez kapatmadan, kedinin kulağının arkasını öpmeyi unutma.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder