11.6.12

papatya suyu


hiç ananeni başka bir hayatta düşündüğün oldu mu? yani onun senden ve annenden çok önce, mesela ilkokula giden bir çocuk veya sevgilisiyle buluşup elele yürüyen genç bir kadın olduğu hayatı. annenin siyah önlükle okulunun ilk günündeki halini veya mini etekle bir arkadaş evindeki partideki halinin fotoğraflarını gördün belki ama peki ya ananen? ben düşündüm ve gözümde hiçbir şey canlandıramadım. 

hatice hanım, ananem. üç tane daha torunu olmasına rağmen dünyaya sadece benim ananem olmak için gelmiş gibi bir düşünce var aklımda. yani o kadın, sadece bunun için yaratılmış olmalı. bana gözü gibi bakmak, dünyanın en güzel yumurtalı ekmeğini ve mantısını yapmak, "zenoş" demek için.

hiç bıkmadan anlatılan bir hikaye vardır. annemlerin ben 2,5 yaşındayken tatile gittikleri ve döndüklerinde bronzlaştığı için annemi tanımayarak ananeme sarılıp kucağından inmediğim anın hikayesi. işte anane böyle bir şeydir benim için, annedir aslında bir yerde. ilkokul boyunca her yaz tatilini yanında geçirdiğim, o mantı açarken yanında durup unlara bulandığım, deniz kenarına gittiğimizde şişen ayağını kumlara gömdüğüm, bitlendiğimde saçlarım kesilmesin diye beni dizine yatırıp hiç şikayet etmeden onları temizleyen, papatya sularıyla tarayan yeşil gözlü kadın.

ve yıllar içinde o yeşil gözlü kadının yaşlanmasına tanık olmak, her ameliyatında elini tutup ağlamak, rahatsızlandığında koskoca bir acaba'nın gelip içine oturması... 

hayatı anlamak için ölümle yüzleşmek şart, evet. ama yaşlanmak gerçekten çok acımasızca. tüm bencilliğinle sevdiğin insanların, belki ertesi gün olmayacakları fikrine kendini alıştırmaya çalışmaksa geçmek bilmeyen bir mide ağrısı gibi. hayatın ölüm gibi bir sürprizi de içinde barındırdığı gerçeğini bilsen de onu en yakınındakine yakıştıramıyorsun ya bir türlü, işte o en zoru.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder