10.11.13

lost in transparency.*


Bir ev düşünün. Tamamı sağdan soldan toplanmış pencereler ile inşa edilmiş olsun. Ve bir ormanın ortasında, bir göl kenarında güneş ışıklarına selam dursun. Gün doğumundan gün batımına kadar güneş ışıklarını içine alan, kıran, dağıtan ve tekrar toplayan şeffaflıkta bir ev düşünün; gece de tüm yıldızları kucağınızda topladığınız bir ev. Gerçekliğe en yakın ve en uzak olduğunuz.

27 yaşındaki fotoğrafçı Nick Olson ve 23 yaşındaki tasarımcı Lilah Horwitz, Olsonun ailesine ait olan West Virginia arazisinde gezintiye çıkıyorlar. Tepeye vuran ışığın görüntüsünden etkilenen çift, buraya bir yaşam alanı inşa etme fikrine varıyorlar ve işlerinden istifa edip hayallerini gerçekleştirmek üzere pencerelerin peşine düşüyorlar. Pennsylvaniadaki terk edilmiş çiftliklerden topladıkları ile inşa ettikleri bu ev, gerçekliğin en şeffaf hali.


Ve biz bu şeffaflığın içinde kendimize yer bulamıyoruz.

Tüm egoları, tüm hırsları, tüm zaferleri ve yıkımları, tüm çirkinlikleri -her şeyi- bir kenara bırakıp; doğanın içinde, yine de ona en az temas edecek şekilde yaşamanın ne demek olduğunu hayal bile edemiyoruz. Bütün bunların hepsine o kadar bulanmışız ki aksi bir hayatın nasıl olabileceği konusunda en ufak bir fikrimiz bile yok. İçine doğduğumuz dünya ne kadar çirkinleşirse o kadar özden uzaklaşıyoruz ve her geçen gün daha acımasız, daha büyük, daha inatçı, daha adaletsiz, daha insaniyetsiz bireyler haline dönüşüyoruz.

Bazen kim ve ne olduğumuzu unutuyoruz. Bazen de bunları o kadar çok hatırlıyoruz ki yaşadğımız çevreye zarar vermeye başlıyoruz. Önce elimizin uzandığı uzaklıktakilere, sonra biraz daha uzaktakilere ve sonra, yakınımızda zarar verecek bir şey bırakmayınca, dünyaya.

Çok konuşmaya, çok okumaya, çok bilmeye veya çok görmeye gerek yok, talan ettiğimiz dünya bir göz kırpışı uzağımızda.

Bizi ancak ışık çubuklarına dokunmak kurtaracak.


* bu yazı 10.10.2013 tarihinde trendus.com'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder