15.1.12

welcome, winter!


her sabah olduğu gibi bu sabah da rutin konuşmamızı yaparken, "önce bi hastaneye gidicem," dedi. nedenini ısrarla sormamdan bıkmış olacak ki, trafiği günlerdir süren ve bana aslında söylemeyeceği 'şey'i döktü ağzından bir bir: "salı günü anjiyo oluyorum." 

anjiyo, aslen babamın milli sporudur. ilk büyük krizi, by-pass'ı ve evde farkında olmadan geçirdiği -ufak- kalp krizleri dışında zaten senede 1-2 kere anjiyo olma gerekçesiyle hastaneye yatması artık kanıksadığım bir şeydir. ama annem? bir anne nasıl anjiyo olabilir ki? neden? annem?

o an, o 10 dakikalık konuşmanın arasına kaynatılmaya çalışılan bu 4 -yazıyla dört- kelimenin ne demek olduğunu ancak şimdi idrak ediyorum. o her ne kadar mantıklı bir açıklama getirmeye çalışsa da, konduramıyorum. ve her iki cümlede bir bahsi geçen ölüm lafının midemi kaldırması da tam şu ana denk geliyor.

ben kışı biraz da bu yüzden sevmiyorum. herkese bir şeyler oluyor. birileri aldığı nefesle mücadele etmeye, hayatla didişmeye başlıyor. her sene, her kış birisi mutlaka o kar beyaz çarşaflarda, burunlarında hortum, kollarında serumla karşılıyor beni. veya o kişi ben oluyorum. ve bir başkası ölüyor.

göründüğü kadar masum değil aslında kar. hayatı felç ediyor. izlemesi keyifli belki, ta ki beyazlıktan gözlerin kararana kadar. içine karıştığındaysa yüzünü yırtarcasına yağıyor. tenine değdiği her noktada yakıcı bir soğukluk bırakıyor. içini dökebileceğin bir sıcaklığa en çok böyle zamanlarda ihtiyaç duyuyorsun. daha çok özlüyorsun. ve daha çok sıcak şeyler içmek istiyorsun. böyle bastırıyorsun içindekileri. duygularını belli etmemek de senin milli sporun ya, ya taşarsan? 

bunu düşünmek istemiyorsun. sadece "kar yağmasın," diyorsun. "birine daha bir şey olmasın." "anneme bir şey olmasın."

*

ve bugün istanbul'a yılın ilk karı yağdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder