16.4.12

marital status: misanthropy


urban dictionary der ki:
The natural allergic reaction had by an intelligent, thinking person when confronted by a world of tribalized, reactionary proto-humans. A condition characterized by a need for solitude, and skepticism about the nobility of one's fellows. Hatred and mistrust of man (and woman) kind. The state of being misanthropic.
ben, kıymetli olduğuna inandığımdan mütevellit, duygularımı çok fazla açığa çıkartmam. nasıl ki bir insandan kolay kolay nefret etmeyeceğim veya o öfkeyi uzun süre devam ettiremeyeceğim gibi herkesi de sevemem. sevmem yani arkadaş. nokta. kaldı ki konu insanlar olduğunda son derece de seçici davranırım. national geographic'te izlediğim bir sürüngen belgeselindeki kertenkeleyi, sabah işe koştururken hızımı kesen bir insandan daha sempatik bulurum. yavru bir kediyle duygusal bağ kurmak, bir çocukla anlaşmaktan her zaman için daha kolay olmuştur benim için. çünkü hayvanlara karşı beslenen duygular için bir matematiğe ihtiyaç yoktur. ve benim matematiğim gerçekten çok kötüdür.

murakami, hikayelerinin çoğunu 'tek çocuk olma' kurgusu üzerinden inşa eder. çevreyle kurulan bağda, yetiştirilme sürecindeki izolasyonun ilişkilerdeki etkisinden dem vurur. benim hikayemse biraz karışık. babamın üçüncü, anneminse tek çocuğuyum. ilkokul 5. sınıfa kadar abimle yaşamış olsam da, aslında evet, tek çocuğum. yalnızlığı ve yalnız kalmayı severim. çevremde ne kadar insan olursa olsun, gerçek anlamda ilişki kurduğum kişi sayısı hiçbir zaman iki elin parmaklarını geçmemiştir. yine de, her zaman için, kendime ait özel bir alan yaratmışımdır gerek evimde, gerekse içimde. bu da tamamen kendimi koruma içgüdüsünden ileri gelmektedir. zira 'başının çaresine bakmak' gibi bir gerçek her zaman ensendedir. dolayısıyla duygusal anlamda barındırdığım potansiyeli sağa sola saçmak yerine, gerektiği kişiye fazlasıyla hissettirmeyi tercih ederim. yıkılması hali çok daha şiddetli olan bu durumla yaşamaksa her şeyden daha zordur, inan.

'insanlarla iyi geçinmek' diye bir olgu var. tamamen yüzeysel düzeyde kurulan ilişkilerin iki-ileri-bir-geri sürdürülmesi hali. ister gereklilik de, ister hayat. bu bile bir dürtü gerektiyor aslına bakarsan. yani sen ne kadar zorlasan da, içinde sana engel olan, bir adım daha atmanın önünde duran, anlatamayacağın bir his. kalabalıklar içinde yaşadığımız, çalıştığımız, nefes aldığımız gerçeği düşünülürse bir yerde seni geri planda tutan bir engel, bir türlü aşamadığın. ben bunun da geliştirilen değer yargılarıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. hayata, "ben insan sevmiyorum," diye başladığın bir yarışta zaten 1-0 gerideyken, hala korumaya çalıştığın o duygusal potansiyele sahip çıkmaya çalışma çabası aslında. hakkında ne düşünüldüğünü önemsemeksizin, kendinden ödün vermeden işi kotarmaya çalışmak belki de. zira aranan samimiyetken, alelade'lik haller seni yine alıp denklemin bir türlü çözülmeyen bilinmeyenin karşısına oturtuveriyor: değer vermek. düşününce, kendinden bir parçayı değmeyecek birisine vermek ne kadar mantıklı ki?

şimdi durup kendime bakıyorum. 1,5 senede geçirdiğim değişime hayret ediyorum. bunda yaptığım işin ve tabi ki m.'in de payı büyük. yine de, üzerimdeki tozu biraz eşelediğimde, aslında çok da bir şeyin değişmediğini görebiliyorum. düşündüğüm zaman, kimseden nefret etmiyorum. nefret gibi bir duygunun taşınması çok ağır bir yük olduğunu bildiğim için mümkün olduğunca hafiflemeye çalışıyorum. etrafıma bakıyorum, insan namına -gerçekten- sevdiğim kişi sayısının iki elin parmaklarını geçmediğini görebiliyorum. yine de, toplu taşıma araçlarına bindiğim her gün, istisnasız olarak, insan ırkının ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. 


sevmenin de bir adabı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder