25.4.12

rise&shine


uzun zamandır perşembe günleriyle bir türlü barışamıyorum. her hafta, istisansız olarak, o günü yok saymaya meylediyorum. cuma diye uyanıyorum mesela. veya bir çuval gibi hissediyorum kendimi. öyle zor geliyor ki o perşembeleri atlatmak. nedeniyse çok basit; 7 günlük haftanın sadece 2 gününü tatil yaparak geçirmek. nokta.

çalışan çalışmayan herkes pazartesinin ne denli sendrom yüklü olduğu konusunda hemfikirdir. günler geçtikçe o ağırlık kalkar omuzlardan yavaş yavaş, ama o cuma da bir türlü gelmek bilmez ya, işte bunun tek sorumlusu perşembedir. iliğini kemiği sömürürcesine engeller o üç kuruşluk hafta sonuna ulaşmanı.

halbuki bu hafta öyle mi? sendromsuz başladı bir kere. alerjiye dönen güneş yanıkları moda ve caddebostan sefasını bir an olsun bile unutturmadı. çünkü güneşli havada evde durmak günahtı, allah çarpardı. o yüzden en iz bırakmayacak cinsinden kıyafetler giyildi, koruyucu güneş kremleri sürüldü ve nerde çimen var oraya çöküldü. bir çayı diğeri kovaladı, içler portakal suyuyla açıldı. külahlar öksürüğün şerefine kaldırıldı. fotoğraflar çekildi, kelimeler cümleleri bağladı. onca karın, kışın ve perişanlığın acısı çıkartıldı. bodrum'daki x beach'te loca kiralamak gibi değil de, şile kumsalında şemsiye açmak gibiydi verdiği duygu. o kadar samimiydi ki sanki hiç bitmemesi gerekti. "-cumaya gittim geçenlerde. / -ben salı gidiyorum, daha sakin oluyor." denebilecek kadar gelişineydi, nerden vursan mutlu sonla biterdi.

ama bitmedi.

çünkü yarın perşembe. bu haftayı 4 gün yaşayacak olsam da, perşembenin gerginliğini bir türlü atamıyorum üzerimden. onca işin gücün arasında, en 'hiçbir şey yapmak istemiyorum' halimdeyim.

şu nisan da bir bitseydi...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder