1.7.12

bare and dirty feet, dirty bare feet.




çocukluğumuza dair hatırımızda kalan en eğlenceli anlar -özellikle yaz tatillerinde- eve toz toprak içinde döndüğümüz anılardır. ya boş bir arsada çekirge toplamaya çalışırken çimlerde sürünmüşüzdür, ya son sürat yokuş aşağı giderken bisikletten düşmüşüzdür, ya da bir topun peşinde koşarken tozların içinde almışızdır soluğu. tüm bunlar olurken biz hem gelecekte gülümseyerek hatırlanacak yaralara -gerçek yaralara- kavuşuruz hem de eve girdiğimiz an, "doğru banyoya!" talimatıyla suyun altına yollanırız. kanla karışık kahverengi su aktıkça üzerimizden biz ertesi günün heyecanlarına kapılırız.


ve derken büyürüz...


artık ne çekirge toplayacak arsa kalmıştır yazlıkta, ne zincirini tamir edecek bisiklet ne de top oynayacak boş sokaklar. evden okula/işe koştururken dinlenme fırsatı bulduğumuz her insana yara izlerimizden bahsederiz. yüzeydeki belli belirsiz izleri heyecanla anarken içimizde açılan yaraların kabuklarını kaşırız bir yandan. yine de sokağın kapısını üzerimize kapatıp ayakkabılarımızı çıkarttığımız an, yere yalın ayak basmaktan kendimizi alamayız. banyoda akıp gidecek olan iki damla kir bile mutlu eder bizi böylece. üzerimizde olmasa bile hayatın tozunu toprağını en azından ayaklarımızın altında hissetmeye devam etmek için terlik giymeyi reddederiz. 


ve yine bu yüzdendir ki oturmak istediğimiz zaman yer ayırt etmeksizin çimeni de taşı da aynı samimiyetle kabul ederiz. denize giderken terliklerimizi yanımıza almasak da tabanlarımızı yakan sıcağa eyvallah deriz. üzerimiz güneş kremine, kuma, toprağa bulanmış, çantamızda ıslak havlu eve dönerken kilidi çevirdiğimiz kapıyı otel odası zannederiz. çünkü biz hayatı tatilde gibi yaşar, evde çıplak ayakla gezeriz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder