10.7.12

sometimes we just need to hear "we", you know?


istanbul gibi bir şehirde yaşıyorsanız yoğun bir tempoya da hazırlıklı olmalısınız. sabah kalkıp insanların arasına karışarak işe gitmek, toplantılara girip görüşmelerden çıkmak, mesaiye kalıp akşam yemeğini ertelemek. şayet çalışıyorsanız benzer bir yoğunlukta ve stres altında haftanın beş gününü bu şekilde geçirmeniz kaçınılmaz. peki bu koşturma tam da böyle sürüp giderken sizi diğer insanlardan ayıran ve hayatı yaşanır kılan ne, hiç düşündünüz mü?


-sana da kahve yapayım mı?
sabah gözünüzün çapağıyla ketıla basarken yaktığınız sigarayı pencerenin önünde, ev arkadaşınızla karşılıklı içmek mi?


-simit ister misin darling?
metro beklerken bir yandan müziğe tempo tutup bir yandan da -istisnasız her sabah- arkadaşa yolu kahvaltıya çıkan mesajlar atmak mı?


-akşam ne yaptın?
kahvaltının yanında çayını içerken bir taraftan da ne olmuş ne bitmiş'in sohbetini yapacak dostluğu yakalamak mı?


-starbucks'a mı gitsek?
öğlene kadar tırtıklanan simit yüzünden es geçilen yemeği bir kahveyle telafi etmek mi?


-çok sıkıldım.
işin gücün yoğunluğundan nefes almak için sandalyenin tekerleklerini masalar arasında dolaştırıp kafa dağıtmak mı?


-akşam hiç eve gidesim yok.
iş çıkışı yapacak bir şey bulmak için zihninin çarklarını çevirmeye başlamışken kendini bir anda içki içerken bulmak mı?


-bi' bira daha içebiliriz bence.
ertesi sabah seni yine aynı temponun beklediğini bildiğin halde eve dönüş saatini umursamaksızın yanındaki insanlarla vakit geçirmek mi?


sen, eğer bir tanesine bile "evet," diyorsan, hayatını başkalarıyla paylaşmayı seven bir insansın demektir. istanbul'da yaşıyor olman bir noktadan sonra sadece seçenek fazlalığını getirecektir beraberinde, onun dışında aslında diğerlerinden farklı değilsin demektir. yani gün içinde yaşadığın yoğunluk seni diğerlerinden üstün kılmıyordur. zira zor geçen bir günün ardından içeceğin bir bira bile bütün yanlışları götürmeye muktedirdir. çünkü yorgunluğunu sandalyenin sırtına asıp çıktıktan sonra, bir arada olduklarınla, hayat sana güzeldir. ve o hayat, sandığın kadar da zor değildir. hayat, sen onunla didişmezsen şayet, aslında çok da basittir. altında hiçbir şey aramaman gereken cümleler kadar sadedir. neyse o'dur. şayet ne istediğini biliyorsan, hayat öznesi gizlenmemesi gereken basit bir cümledir.


peki hayatla yazılan bu hikayenin kahramanları yani özneleri kimlerdir? ister ailenle yaşıyor ol ister evini arkadaşlarınla paylaş, ister eve yalnız dön ister geceni kalabalıklarla geçir, ister beş saat sonrasından bahset ister on sene sonrasının hayalini tasvir et, kurduğun her cümle bir özne barındırır içinde. ve peşi sıra takip eden her yenisiyle, sen bir hayat inşa edersin kendine. kimleri dahil edip kimleri dışarıda bırakacağını noktalama işaretleri ayırır ve sen kaleme aldığın bu hikayede başkalarının sıfatlarıyla, zarflarıyla ve zamirleriyle karşılarsın bir sonraki paragrafı. ben yerine biz'e, sen yerini siz'e, o yerini onlar'a bırakır. dolayısıyla hayat, kimi zaman da çoğul kurulması gereken bir cümledir.


hayat, karşınızdakini yenmeye çalıştığınız bir oyun değil, aklınızın iplerini duygularınıza bağlayarak kaleme aldığınız bir hikayeyken yalnızlığınızın arkasına saklanarak bencilliğinizi haklı çıkartmaya çalışmak, cümleleri devirmekten başka bir işe yaramaz. zira istanbul'da hayat, ancak "biz" deme cesaretini gösterdiğiniz zaman yaşanır kılınır.    



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder