26.3.12

lazy sunday.


istanbul'da yaşıyorsan, bu şehre yapabileceğin en büyük haksızlık ılık ve masmavi bir pazar gününü evde geçirmektir. pazar günlerini sevmediğini biliyorum çünkü haftanın bu son günü ziyadesiyle sendrom yüklüdür. çocukluğundan itibaren bir kaya gibi içine oturur, yerleşir insanın. -hey, tatil bitti, yarın yine yeni bir hafta başlıyor- ödevlerini bitir, banyonu yap, tırnaklarını kes. yerleşir ve bir türlü kalmak bilmez. ödevlerin yerini çamaşır alır sonra, ütü gözünün içine bakar. evin içinde terlikler bir odadan diğerine sürüklenir. öyle dramatik bir ruhu vardır ki pazarın, bileklerini kesmek istersin. peki bu kısır döngü hep böyle mi devam edecektir? hayır.

çünkü bir süredir pazar günleri o eski anlamını yitirdi. -neyse ki yitirdi.- arada silklenmeye ihtiyacın var ya senin, işe buradan başlamış olman belki de en iyisi. çünkü istanbul, her ne kadar kalabalık olsa da, sana denizi sunar bir kere. istanbul'da denize ulaşmak içini arındırır insanın. geçmişinden, geçmişindeki kurallardan, bağlardan...her şeyden koparır. yepyeni bir sayfa açar önüne. ve yazmaya başlarsın, yeniden. istanbul'da ılık ve masmavi bir pazar gününde denize karşı çimenlerde uzanmak yüklendiğin bütün negatif elektiriği çeker parmak uçlarından. aklının iplerini bağlarsın altında uzandığın ağaca. yine yeni bir haftanın başlamasını dört gözle beklersin, zaman daha hızlı aksın istersin. daha hızlı. sonra akşam olur. bu büyüyü sadece behzat ç.'nin bozmasına izin verirsin. şöyle okkalı bir hırpalanırsın; ne deniz kalır aklında ne çimen. gerçek hayata dönmeni sağlayan bir eşikten geçersin iki saat boyunca. 

bir günde iki ayrı hayatı ancak istanbul'daysan yaşarsın. dizginlenmiş aklın ve gel-git ruhunla ancak bu şehirde barışırsın. 

pazar günlerini sevmek zorunda değilsin asla, yine de bir şans vermekten zarar gelmez kısa süreliğine de olsa.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder