25.9.12

all those moments...


sanırım her şey olanla olmasını istediğimiz arasındaki ayrımda salınmaktan yorgun düşmemizle başladı. öyle ki, sırtımızı ilkine yasladığımızda gerçekçi, duygusuz ve soğuk; ikincisinin ayaklarının dibine serildiğimizde hayalperest, duygusal ve zayıf olduk. aynalardan kaçmakla aynı aynalara başkalarının gözünden bakmak arasındaki her gidiş gelişte daha çok uzaklaştık kendimizden ve bu kez de zaaflarımıza teslim olduk. ne kendimizi doğru dürüst tanıyabildik ne de başkalarının tanımasına izin verdik. ellerimizle kurduğumuz ilişki hep ceplerimizin söküklerini büyütmekten ibaret oldu. çıkartıp baktığımızda kabaran damarlarımızdan kimyamızın dengesini şaşırdık. denklemdeki bir bilinmeyen eksik kaldı. hep x'ler ve y'ler ve z'ler geçti gözümüzün önünden. ellerimizin içini, avuçlarımızı hiç açamadık. sıkılı yumruklarımızdan bir kurtulsak aslında hepsi gözümüzün tam da önünde duracaktı. göremedik. perdeler ve perdeler, hiçbir zaman kalkmadı. gerçek ve hayal arasındaki bağı bir türlü kuramadık. ya saklandık ya da saldırdık. durduğumuz yerdeki salınımımızı rüzgara bağladık. kim olduğumuzu hep unuttuk. 

bir tek kendimizi unuttuk. 

geçmişi kelimesi kelimesine hatırlarken ve hatırımızdakilerle yeni geçmişler inşa ederken avuçlarımıza bir bakabilseydik. ellerimizden bir ayna tutabilseydik yüzümüze doğru. bütün bu zamanları çirkinliğinden arındırıp oldukları en saf halleriyle bir köşeye kaldırabilseydik. tüm o zamanlar -bizimle birlikte- oldukları gibi kalsalardı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder