2.10.12

the very last resort.


ve hayat bazen grip olmuş insana benzer. huzursuzluk önce gelir ciğerlerine çöker. nefes alırken için acımaya başlar. ilk başta önemsemezsin. "sigaradandır," dersin, şu bir türlü bırakamadığın. halbuki olan biten ağır gelmeye başlamıştır. gözlerin yanmaya başlar sonra, baktığın yeri netlemeye çalışırken başına bir ağrı çöreklenir. "sabah az kahve içtim," dersin bir yenisini koyarken kartondan bardağa. yine de gözlerinin sulanmasının önüne geçemezsin. çok sevdiğin bir insanı kırmanın ne demek olduğunu fark ettiğin andaki gibi yüklenir bütün yaşlar göz pınarlarına ve inadına akmaz ya, o an bir de kızarma başlar. kuru kuru çektiğin burnun sonunda akmaya başlar. ve, tabii ki, yeni yaralar eklenir vücuduna. bunlar yetmezmiş gibi her öksürüğün peşini bitmek bilmeyen bir mide bulantısı takip eder. son zamanlarda gördüğün, duyduğun, bildiğin ve hissettiğin her şeyin karşılığını bulması gibi sürekli içinde bir çalkalanma, dinmek bilmeyen. 

iyileşmek için vitaminler ve antibiyotikler dökseler de önüne, hiçbirini kabul etmez bünyen. "ilaçlar mahvediyor beni," dersin, çökmüş metabolizmanın kendi kendine yeteceğine inanarak. ve sadece dinlenmek istersin. uyumanın hiçbir şeye iyi gelmediğini bildiğinden olacak ki tüm bu tepkilere inat bir koltuğun tepesinde uykuya direnirsin. yolculuğa çıkmayı düşünürsün aslında, gitmenin de hiçbir şeye iyi gelmediğini bilmene inat. yine de rüzgara inanırsın. yüzünden, saçlarından ve ellerinden geçerken ciğerlerini temizleyeceğine. yol çizgileri arasında kesik kesik de olsa bir umut olduğuna. inanmak istersin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder