6.11.12

the party is over.


sanırım her şey duygusal yoksunluğumuzu nasıl tolere edeceğimizi keşfetmemizle başladı. içimizdeki dipsiz bir kuyuyu andıran boşluğu kolayca tüketebileceğimiz şeylerle doldurduk. alışveriş fişleri, içki şişeleri, sigara paketleri, pizza kutuları, yırtılmış tişörtler, kesilmiş saçlar. ve tabii ki çikolata paketleri. 

herkes kendince bir kaçış ararken belki birine ve sıklıkla hepsine sarıldıkça ve saldırdıkça, duygusal boşluğumuz kokuştu, yanına yaklaşılmayacak hale geldi. biz bu kalabalık arasında nefes alacak yer aramayı bir resitale çevirmeyi başaranlardan olduk.

ne zaman yalnız kalmak istesek, aslında içimize atacağımız bir çöp mutlaka oldu elimizin altında. uzanıp bir sigara yaktık. içkiyi bardağa koymaya tenezzül bile etmedik. yakınımızda bir makas bulundurduk. nutella'yı kaşıkla yedik.

sevincimiz de üzüntümüz de zaman zaman çığrından çıktı. eksik, yanlış, olabildiğince kusurlu ve bir o kadar canlı pozlar verdik. ne kadar çok, "iyi görünüyorsun," dense biz o kadar çürümeye yüz tuttuk. 

aslında her şeyi keşfettiğimiz yönteme ve bu yöntemi başarıyla uygulamamıza borçluyduk. matematikle aramız kötü olsa da hayatın denklemini çözmüştük bir kere, bir şekilde. 

tükettikçe vardık. tükettikçe yüzümüze renk geliyordu. içimiz çürüdükçe derimizin rengi parlıyordu. 

içtikçe daha çok gülüp bir sigara yakıyorduk. ne de olsa yakası kesik tişörte kimse laf edemezdi. ve her nasılsa sadece çikolata yiyerek de nabzımız atmaya devam ediyordu.

biz hayata, içimizdeki çöplük doldukça ve daha çok çürüdükçe, daha çok bağlanıyorduk.

çünkü hayat bir kaşık kadar yakın ve bir nutella kadar lezzetli olmalıydı.

aksini kim iddia edebilirdi ki?



2 yorum: