7.12.11

between waking and sleeping


istanbul'da iki gündür şiddetli bir rüzgar var. adı lodos. ve aralık ayında lodos şu anlama geliyor; yürürken bir yandan gözüne kaçan tozu çıkartmaya çalışırken diğer yandan birden terlemene sebep olan montun düğmelerini açmak. 

rüzgarda dağılan saçını, başını, aklını saymıyorum bile. aslında öncelikle bunları saymalayım zira bu şiddetli rüzgar yüzünden kendini gerçekten kaybedebiliyorsun. 

ne eklem ağrıların yüzünden doğru düzgün oturabiliyorsun, ne şişlik yüzünden normalde düşen yüzüklerini parmaklarına takabiliyorsun, ne de sarsılan zihnin yüzünden düzgün düşünebiliyorsun. gözlerin o kadar ağırlaşıyor ki hiçbir şeyi tam olarak göremiyorsun. başın o kadar ağrıyor ki hava düzelene kadar kesip masaya bırakmak istiyorsun. beline kas gevşetici sürerken mentol kokusundan miden bulanıyor.

anlayacağın topyekün bir sersemlik hali. 

yataktan çıkmak istemiyorsun ama yatmaya devam etsen de uyuyamayacakmışsın gibi. insanlarla konuşuyorsun, insanları dinliyorsun ama sanki orada yokmuşsun gibi. 

yapman gerekenleri düşünüyorsun; siteyi, projeyi, tezi. gitmen gereken yerleri listeliyorsun; çekimleri, sergileri, konserleri. 

sonra dönüp kitabını okumaya devam ediyorsun: kevin hakkında konuşmalıyız. kendi sersemliğini unutmak için henüz on beş yaşındayken yedi okul arkadaşını, bir öğretmenini ve bir yemekhane çalışanını, incelikle planladığı bir katliamla öldüren kevin'ın annesi eva'nın yazdığı mektupları. eva'nın, kevin'ın içindeki bu nefreti besleyen şeyin aslında kendi oğluna için için beslediği nefretten mi kaynaklandığı sorusunun cevabını bulması uğruna sayfalarda kayboluyorsun.

lodos kendini sorgulamana fırsat vermiyor. uyanıklıkla uyku arasında bir yerde geçmesini bekliyorsun sadece. saçlarının, aklının, parmaklarının arasından geçip gitmesini. bu kadar sert esmese rüzgara karşı yürürsün bile. ah bir de gözüne toz kaçmasa...


yine de kahveni alıp, sigaranı yakıp kitap okumak için iyi bir zamandır belki de, kim bilir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder