11.12.11

no longer ago than last week...


her günün bir öncekine benzediği haftaları devirirken bile aslında her birini diğerinden ayıracak -ufak da olsa- mucizeler yok değil. bu da hayatın monotonluğunu bir nebze de olsa kırmanın eğlenceli kısmı. geçen hafta da böyleydi. hayatın dayanılır ve sürdürülebilir olmasını sağlayan da -belki- herkesin bildiği şeyleri yeni(den) keşfederek yenilenmek değil mi zaten? bakalım geçen yedi günü farklı kılan ne olmuş...

- melis uslu tasarımlarını keşfettim.

markafoni'den aldığım kolyenin kancasıyla yaşadığım sorun yüzünden kendisine mail atarak ulaştığım, anlayışı ve sıcaklığı sayesinde iki gün sonra kendimi dinette'de onunla karşılıklı kahve içerken bulduğum takı tasarımcısı. öyle bir enerjisi ve güzelliği var ki... hani içi dışına yansımış dedikleri cinsten. tasarımları da bir o kadar orjinal, dikkat çekici. profesyonel alanda bir şeyler yapmanın ötesinde, iyi bir arkadaş olacak kadar samimi. ilgini çekerse kendisine ait bir web sitesi var.

- chanel'i yeniden-keşfettim.

bu bir moda blogu değil, olmayacak da. ben de bir moda gurusu değilim, olmayacağım da. karl who? is the perfect question, but... evet, bir üç noktaya ihtiyaç var zira paris'te gerçekleştirilen pre-fall 2012 defilesi beğeniden önce bir saygı duruşunu hak ediyor. e biz de durup önünde eğiliyoruz tabi.

- kahvaltının mutlulukla olan ilgisini yeniden-keşfettim.

daha önce tea vs. champagne'de bahsetmiştim. zaten bu hafta neredeyse bütün akşamlarım kahvaltı sofrasında geçti. kabul, çok orjinal lezzetler yoktu masada ama kahvaltı yapıyor olmanın getirdiği hafifliklik inan bana her şeye değer. şayet değişik önerilere açıksan şu şiir gibi fotoğraflara bakıp yutkunabilir, çok beğendiklerin için kolları sıvayıp mutfağa girebilirsin.

- piyango'ya bağlanan umutların tükenmediğini keşfettim.

tabi bu benim için geçerli. alınan yılbaşı biletine amorti bile çıkmaması üzerine iki sene bilet almama döngümü bu sene kırdım ve inanmanın gücüne inandım. en azından ufak da olsa bir umut beslemenin kimseye zararı olmayacağını düşünüyorum. almadığın bilete bir şey çıkmasını bekleyemeceğin gibi zaten senin olmayan bir parayı kaybettiğini düşünerek de kahrolamazsın sonuçta. so? çeyreğim hazır, umutlarım ve hayallerim de.

- askerliğin karın ağrıttığını pratikte de keşfettim.

ilk kez çevremde bu kadar çok askere giden erkek var ki bir tanesiyle de aynı evi paylaşıyorum. bedelliydi, bedellinin parasıydı derken son on gün içinde apar topar askerlik işlemlerini halleden bu er kişinin nereye gideceğinin yarattığı stres sonucu mideye oturan ağrının, sonucun maltepe kartal olduğunu öğrenmemizle zafer sarhoşluğuna dönüşmesi gerçekten paha biçilemezdi. anti-militarist bir insan olarak beni böyle bir şeye sevindiren şartlar için söyleyecek bir çiftten fazla lafımı ise kendime saklıyorum. teşekkürler.

- gotye'yi keşfettim.

cuma günkü ocak ayı kapak çekimi esnasında dinlediğim ve eve geldiğim gibi bütün albümlerini arşivime eklediğim bu belçikalı adamın somebody that i used know şarkısını kaç kere dinlediğimi saymayı bıraktım bile. mutlaka dinlemelisin.

- geçmişe saygı duruşunun burukluğunu yeniden-keşfettim.

dün öğlen okuyacak kitabımın kalmadığını fark ettiğimde dvd kutusuna saldırdım. sayfalar arasında gezerken gözüme tek bir kelime takıldı: control. ian, "existence. well, what does it matter? i exist on the best terms i can. the past is now part of my future. the present is well out of hand...i have no control anymore," derken yutkunamadım bile. ardından hiç tereddüt etmeden factory girl'ü açtım; "-just be yourself. / -oh, which one?" edie ve hüzünlü gözleri.


üzerinden çok zaman geçmemesine rağmen aslında geçmişte kalan bir hafta kayıtlara bu yeni ve yinelenen şaşırtıcı şeylerle geçti.

next, please.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder